T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Hey anam hey" yazıları (II)

- Hz. Muhammed'in karısı Ayşe; Mervan, Yezid ve Muaviye ile işbirliği yaparak Hz. Ali ve oğullarıyla mücadeleye girer. Amaç iktidarı ele geçirmektir. Çıkar mücadelesinden başka bir anlamı olmayan bu savaşa, inanca dayalı pek çok gerekçe bulunmuştur." (Niyazi Öktem, Diyalog Yazıları/Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü, s. 124-125, İstanbul, 2001)

Şayet bu kısa pasajda yer alan vahim bilgi hatalarını sarahaten göstereceğimi sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Göstersem n'olacak ki? Yazar, "Ben zaten tarihçi değilim!" deyip bu konudaki cehaletinin mazur görülmesini isteyebilir.

- "Bakara suresi, Medine ayetlerinin toplandığı ilk sûredir." (s. 167)

Yazarın ikide bir kullandığı şu "Mekke-Medine ayetleri" de neyin nesi oluyor demeyelim, çünkü bu sefer "Ben zaten ilahiyatçı değilim" diyebilir.

- "Sünnî gibi namaz kılan, ancak secdede 'kutsal toprak mühüre' alın süren Hz. Ali kökenli Şia bile Anadolu Alevilerine zaman zaman başka gözle bakmıştır." (s. 134)

Sünnilik-Alevilik üzerine yazdığı yazılarda mangalda kül bırakmayan birinin "Hz. Ali kökenli Şia" türünden komik gaflar yapmasına işaret etmenin dahî meselenin ciddiyetini haleldâr edeceğini bilmez değilim. Lâkin insanın biraz da haddini bilmesi gerekmez mi?

Bence gerekir. Bu bakımdan burada bilhassa işaret edeceğim husus, güyâ hoşgörüden, dinlerarası-mezheplerarası diyalogdan söz eden birinin, Efendimizin (s.a) zevcesi Hz. Aişe annemizden (r.a) söz etme şekli... Kendi ifadeleriyle "gençlik döneminde hızlı sayılabilecek bir Marksist" olduğunu iddia eden (s. 92); fakat sonra akılcı descartesçi yöntem sayesinde aydınlanıp kara çarşafını üstünden atan (s. 93), Noel'in kandil olarak kutlanmasını (s. 84), Hz. İsa'nın ruhuna mevlid okunmasını (s. 86) isteyen, istemekle kalmayıp Aya Nikola'nın ruhuna kilisede Yasin-i Şerif okutan (s. 46) birinin böylesine nâzik bir meselede bu memleketin insanlarınca pekâlâ "edepsizce" addedilebilecek bir tarzda konuşması...

"Hz. Muhammed'in karısı Ayşe..." Acaba bu çirkin ifadenin sahibi, "Sayın Ecevit'in karısı Rahşan..." demeye cür'et edebilir mi? Güya hoşgörüden, diyalogdan söz eden biri sırf "Cem" dergisinin okurlarını memnun etmek adına böylesine yakışıksız bir ifade kullanabilir, ihtisası olmayan bir konuda yaptığı bilgi hatalarına aldırmaksızın gelişigüzel yorumlar öne sürebilir mi?

Sanmıyorum. Çünkü "Borrmans'ın kitabını 1998'de çevirdiğimde müstear ad kullanmıştım. Neme gerek, henüz doçenttim. Başıma bir bela gelmesin. Burası Türkiye, sonra adamı profesör yapmazlar" (s. 9) diyecek kadar hesapçı birinin öyle yaş tahtaya ayak basabileceğine ihtimal vermiyorum. Asıl sorun, bu memleketin mazlum ve garip çoğunluğunun sahibinin olmaması... Bu yüzden dileyen dilediği gibi hakaret edebiliyor; hem de hakaretlerini Timaş Yayınları gibi kendisinden bu değerlere sahip çıkacağı beklenen bir yayınevinin marifetiyle ve mütedeyyin insanların yüzüne karşı yapıyor!

- "Bizde uzun süre Çanakkale Assos'da yaşayan Aristotales, Anadolu'nun yetiştirdiği büyük değerlerden biri olan Thales adına Türkiye'de üniversiteler kurulsa yobaz takım ortalığı birbirine katar. Onlar Sütçü İmam'la yetinsinler!" (s. 114)

Kimlerden kimler için hoşgörü talep ediliyor ve güya hoşgörülü olmaya davet edilen bu insanlara bakınız nasıl hitab ediliyor: "Onlar Sütçü İmam'la yetinsinler!"

Bu nasıl bir nezaketsizlik, inanın anlam veremiyorum. Nerede kaldı şu meşhûr "öteki'ne saygı duymak" gibi beylik laflar?

"Onlar..." Kim onlar? Yobaz takımı! Peki siz kimsiniz? Dinlerarası-mezheplerarası diyalog havarileri, hoşgörü elçileri!!

- "Bilim adamı kendi analizleri doğrultusunda bulduğu doğruları söyler. 'Kimlerin işine yarıyor? Kimleri meşrulaştırıyor soruları' onu ilgilendirmez." (s. 149)

Hiç böyle bir mantık olabilir mi? Bir ilim adamı, söylediklerinin takipçisi olmalı değil midir? Bir fikrin, bir görüşün siyasî ve ictimaî neticelerini takip etmek o görüşleri ortaya atan kimse için bilimsel bir görev sayılmaz mı? Nitekim "hoşgörü" teklifi en nihayet, insanlara temkin, teenni, itidal tavsiye etmek, kendilerinden inanç ve düşüncelerini toplumsal hassasiyetleri (başkalarını) nazar-ı itibara alarak dile getirmelerini beklemek, biraz sorumluluk sahibi olmalarını talep etmek demek değil midir?

- "Eğer içki kötülüğe yol açıyorsa günahla sonuçlanır; yok eğer sevgi ve muhabbet doğurursa, doğru ve güzel edim ve eylemlere yol açıyorsa, Allah'la kul arasındaki ilişkidir, bizi ilgilendirmez." (s. 123)

Yazarın analizleri kendisini bu neticeye ulaştırmış... Ne diyelim, fetvası kendisinin olsun! Fakat bizim, "Kötülüğe yol açtığında günahla sonuçlanan bu fiil, acaba niçin sevgi ve muhabbet doğurduğunda/doğru ve güzel edim ve eylemlere yol açtığında Allah'la kul arasında kalıp bizi ilgilendirmeyen bir boyut kazanıyor?" suâlini sormaya hakkımız yok mu?

İçen içiyor; kimsenin de içenlere birşey dediği yok zaten! Fakat dinen yasak olan bir eylemi, mütedeyyin bir kimsenin zihnen ve kalben hoşgörmesi beklenebilir mi? "Ben kendi analizlerim doğrultusunda bulduğum doğruları söylerim. Bu doğruların kimlerin işine yaradığı, kimlerin konumunu meşrulaştırdığı beni ilgilendirmez" denebilir mi?

'Denir' denirse derim ki: Böylesi masabaşı fetvaları bu milletin hassasiyetlerini rencide etmekten başka bir işe yaramaz!


28 Nisan 2001
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED