|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ne Ak Parti "Avrupa ile iyi geçinmek için" satmak ister Kıbrıs'ı, ne de Denktaş, "gerilimi sürdürmenin kendisini önemli adam haline getirdiği" için Kıbrıs'ta "çözümsüzlüğü çözüm" olarak görebilir. Çünkü Ak Parti'nin geldiği sosyal taban miting meydanlarında Kıbrıs için gırtlaklarını patlatan insanlardan oluşuyor. Denktaş da, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğün kendi toplumuna ne kadar ağır bir bedel ödettiğini yaşayarak gören bir konumda bulunuyor. Her iki kesim, -Kıbrıs'ta çözümü ister, bir. -Kıbrıs'ta adil, milli çıkarları gözeten bir çözümü ister, iki. Nihai planda her iki kesimin, Kıbrıs Türkü'nün hayati haklarını ve Türkiye'nin stratejik çıkarlarını ihlal edecek bir plana imza atmayacağına kesin gözüyle bakılabilir. Buna ne Türkiye'nin karar mekanizmaları razı olur, ne de halk. Ne var ki, "çözümde üslup" üzerinde pek çok şey söylenebilir. Ak Parti'nin getirmeye çalıştığı şey de, üslupta odaklaşıyor. Böyle bir üslup yenilenmesinin gerekliliği de, Kıbrıs meselesinin gelip oturduğu kavşakta zaruret arzediyor. Kavşak: Kıbrıs'ın AB'ye tam üyeliği, Türkiye'nin üyelik sürecinde gelinen kritik nokta ve bunun Kıbrıs'taki çözümle bağlantısı... Biz istesek de istemesek de, açık-gizli AB ile ilişkiler Kıbrıs meselesinden de geçiyorsa, "Biz bunu bu çerçevede telakki etmiyoruz" demek Erdoğan'ın dediği gibi "kafayı kuma gömmek" değilse, herhalde süreçten kopmayı göze almak anlamına geliyor. Ak Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın, seçimler sonuçlanır sonuçlanmaz çıktığı Avrupa seferi, bütünüyle anlamsız bulunabilir mi? Bunun çok daha sınırlı örneğini Mesut Yılmaz yaptığında onun girişimlerini önemsemiyor muyduk? Böyle bir şeyi Başbakan Ecevit'ten istemiyor muydu Türkiye? Böyle bir şeyi Sayın Cumhurbaşkanı yaptığında onu alkışlamıyor muyuz? Türkiye'nin AB ile ilişkisinde büyük önem taşıyan Kopenhag Zirvesi var 12 Aralık'ta, ona takvim olarak bağlanan BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın "Barış Planı" var. Kıbrıs'ın AB'ye tam üyeliği noktasında alınan karar ve tarih var. Seçimler 3 Kasım'da yapılmış. Yani dar bir takvim. Seçimlerden başarı ile çıkan siyasi kadro kolları sıvıyor ve Avrupa'nın kapılarını çalıyor. Bu çıkış, Avrupa'da büyük ilgi görüyor. Bir anlamda Avrupa'da, Türkiye'nin üyeliği konusunda ayak sürüyenler sıkışıyor. Kopenhag'ta Türkiye'ye müzakere tarihi vermemek, bizzat Avrupa'nın kimi merkezlerinde, kabul edilmez bir "ayrımcılık" olarak değerlendirilmeye başlanıyor. Erdoğan'ın söylemi özetle şöyle: -Biz AB ile bütünleşmek istiyoruz. AB'nin tüm standartlarını gerçekleştirme azmindeyiz. Bunun için her türlü adımı beklemeksizin atacağız. Sorunlu görülen alanları da müzakere etmeye açığız. Bu söylemde Türkiye adına atılan, satılan bir şey yok. Bu söylem, AB'nin bahanelerini yok etmeye yönelik. Üstelik bu söylem, İslam'la bir biçimde ilgili ve bu yönüyle AB'ye rezervli olması beklenen bir siyasi kadro tarafından seslendiriliyor. Bu durumda AB Türkiye'nin önüne "O zaman Kıbrıs'ı da çözün" söylemiyle çıkıyor. Annan Planı'nı da "İşte plan" diye Türkiye'nin önüne koyuyor. Türkiye ve Kıbrıs Türk yönetimi ne yapabilir bu durumda? İki yol tutulabilir: -Hayır, Annan Planı hiçbir olumluluk getirmiyor, onun için prensip olarak reddedelim. -Annan Planı Türkiye'nin ve Kıbrıs Türkü'nün beklentilerini bütünüyle yerine getirmiyor, ancak Türk tezine yaklaşmalar da var. Öyleyse bu planı müzakere zemini olarak alıp, pazarlık yapabiliriz. Ak Parti bu ikincisini seslendiriyor. Şunu da ekliyor: -Planı müzakere edilebilir bulmak, her şeyi peşinen onaylamak anlamına gelmiyor. Otururuz, müzakere ederiz, çıkarlarımıza uygun olanları, olmayanları ortaya koyarız. (Nitekim Erdoğan CNN Türk'teki Kafe Siyaset programında Karpas ve Güzelyurt konusunda rezervli olduklarını söyledi) Biz adım atarız, onlar atar ve bir çözüme ulaşırız. Anlaşamamak da mümkün, çünkü bu plana Rumlar'ın da itirazı var (bir kamuoyu yoklamasına göre Rumlar'ın yüzde 64'ü planı reddediyor), ama bunun da müzakereden sonra ortaya çıkması lazım. Biz, müzakereye yanaşmayan taraf imajı veremeyiz. Kıbrıs davasının merkez ismi Denktaş, hastalığı da devreye girince, bir süre suskun kaldı. Sonra Annan Planı'na bazı temel eleştiriler getirdi. Ancak, şu ana kadar "Annan Planı müzakere zemini olamaz" gibi bir tavır sergilemedi. Anlaşılıyor ki Annan Planı müzakere edilecek. Ümit edelim ki bazı "al-ver"ler olsa bile hem Türkiye'yi, hem de Kıbrıs Türkü'nü tatmin eden bir çözüme ulaşılsın. Çünkü çözümsüzlük Kıbrıs Türkü'ne de Türkiye'ye de bedeller ödetiyor. Peki Plan'da kritik olan ne var? 1.-Plan devlet yapılanması noktasında Türk görüşüne yakın. Yani iki topluma eşit egemenlik öngören devletler ve bir üst ortak devlet öngörüyor. 2.-Harita ve toprak konusu. Annan Planı burada, yüzde 8 kadar toprağın Türkler'den alınıp Rumlar'a verilmesini öngörüyor. Verilmesi istenen toprakların verimlilik, su kaynakları (Güzelyurt) ve stratejik önem (Karpas) açısından Türk tarafını rahatsız edecek boyutları mevcut. 3.-Göçmen meselesi. Plan, belli bir zaman içinde Güney Kıbrıs'tan kuzeye bir Rum göçünü öngörüyor. Göçle birlikte eski Rum mallarının iadesi de sözkonusu olacak. Bunun da, ciddi sosyal kargaşaları meydana çıkarma riski mevcut. Ayrıca göç edecek Rumlar'ın, Kuzey'de nüfus dengesini bozma ihtimali üzerinde duruluyor. Rumlar açısından bakıldığında da, "itiraz"lar ortaya çıkıyor. Çünkü, özellikle egemenlik alanındaki düzenleme, Kıbrıs devletini bir Rum devleti olmaktan çıkarmış oluyor. Dolayısıyla pazarlık masasının kurulması kaçınılmaz. Pazarlık masası kurulsun, vermeye endeksli bir halet-i ruhiye ile değil, uzlaşmaya endeksli bir halet-i ruhiye ile masaya oturmanın ne Türkiye'ye ne de Kıbrıs Türkü'ne bir zararı var. Elde etmeyi ümid ettiğimiz en iyi çözüme ulaşabildikten sonra Kıbrıs meselesini çözmekten kaçınmanın bir anlamı da yok.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |