|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cumhurbaşkanı Sezer, kamusal alanda başörtüsü takılamayacağını söyledi. Açıklaması tam da Bülent Arınç ile eşinin kendisini uğurlaması ve karşılaması üzerine geldiği için, bu olaya tepki gibi değerlendirildi. Doğrusu ben de pek anlayamadım. Necdet Sezer acaba Bülent Arınç ve eşine mi lâf atıyordu, onlara, "haddini mi bildiriyordu" yoksa Öğretmenler Günü münasebetiyle, eğitim konusu gündemdeyken, üniversiteli kızlara mı atıfta bulunuyordu? Kamusal alan
Önce kamusal alan nedir onu tartışalım. Eğer protokol icabı Münevver Hanım'ın eşiyle birlikte Cumhurbaşkanı'nı yolcu etmesi kamusal alan gerekçesiyle yasak kapsamına alınacaksa, bunu kabul etmek mümkün değil. Çünkü böyle bir mantık, Abdullah Gül'ün eşi Hayrünisa Hanım'ın da hiçbir resmi davette yer almaması sonucunu doğurur. Keza, Emine Erdoğan da, özel yemekler haricinde hiçbir resepsiyona katılamaz. Bırakınız laikliğe aykırı olmasını, böyle bir uygulama, düpe düz kadına karşı ayırımcılıktır. Kamusal alan, kamunun hizmet verdiği bir alan mıdır; kamuya açık olan bir alan mıdır; devlet dairesi midir, yoksa kamuya ait olmakla birlikte halkın hizmet aldığı alanlar mıdır? Danıştay kararı
Gelelim başörtüsü meselesine. 1984 yılında, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne bir öğrencinin başı örtülü gelmesi, bir ay süre ile üniversiteye devam etmesinin yasaklanması neticesini doğurdu. Karara karşı, İzmir 1 No.'lu İdare Mahkemesi'nde dava açıldı. Mahkeme, bir aylık okuldan uzaklaştırma kararını haklı gördü. Danıştay 8'inci Dairesi de, 13.12.1984'te İzmir İdare Mahkemesi'nin kararını şu gerekçeyle onadı: "Yeterli eğitim görmemiş genç kızlarımız, içinde bulundukları ortamın gelenek ve göreneklerinin etkisiyle başlarını örtmektedir. Ancak bu konuda, kendi toplumsal çevrelerinin baskısına boyun eğmeyecek ölçüde eğitim gören bazı kızlarımızın sırf laik cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak, dine dayalı bir devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacıyla başlarını örttükleri bilinmektedir. Bu kişiler için başörtüsü, masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak, kadın özgürlüğüne ve cumhuriyetin temel ilkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline gelmektedir. Yüksek öğrenim görmek üzere okula geldiği sırada dahi başörtüsünü çıkarmamakta direnecek ölçüde laik devlet ilkelerine karşı bir tutum içinde bulunan davacının okuldan uzaklaştırılmasında yasalara aykırılık yoktur." Danıştay'ın bu kararı o günlerde çok tartışıldı. YÖK Başkanı İhsan Doğramacı, arayı bulmak için "Başörtüsü değil ama, türban ile üniversiteye girilsin" diye bir lâf attı ortaya. Türban derken, Doğramacı, saçları tamamen içine alan, önden büzgülü yumuşak kumaştan yapılmış şapkayı kastediyordu. Türban Doğramacı'ya göre, "çağdaş bir başörtüsü" idi ve Atatürk ilkeleriyle bağdaşabilirdi. Ama Doğramacı'nın ara çözümü tutmadı. Kimse, başörtüsü yerine türbanı benimsemedi. Üniversite yetkilileri türban takanları da içeriye almakta zorluk çıkardılar. Adına türban deyip, gene başörtüsü takanlar oldu. Bu arada, Türkçe'ye, türban kelimesi başörtüsünün karşılığı olarak yerleşti. Ek 16 ve 17
Özal'ın Başbakanlığı döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yüksek Öğretim Kanunu'na 16'ncı maddeyi ekledi. (1988) Bu maddede, "Yüksek Öğretim Kurumları'nda, dershane, laborutuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafette bulunmak zorunludur. Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması serbesttir" deniliyordu. Cumhurbaşkanı Evren, maddenin iptâli için Anayasa Mahkemesi'ne müracaat etti. Anayasa Mahkemesi 7.3.1989 tarihinde 16'ncı maddeyi "laik devlette, dinî inanca dayanan bir hukuki düzenleme yapılamaz" gerekçesiyle iptâl etti. Bu defa 28.10.1990'da Yüksek Öğretim Kanunu'na 17'nci madde eklendi ve "Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla Yüksek Öğretim Kurumları'nda kıyafet serbesttir" hükmü getirildi. Anayasa Mahkemesi ek 17'nci maddeyi Anayasa'ya aykırı bulmadı ama, iptâli reddeden gerekçesinde, 1989'da verdiği iptâl kararına atıf yaptı: "Yüksek Öğretim Kanunu'na eklenen ve içeriği bakımından dinî inanç ve gereklere dayalı bulunmayan, Anayasa Mahkemesi'nin 7.3.1989 tarihli kararına aykırı olmayan, üniversitelerde, çağdaş kıyafete ters düşen dinî nitelikli kılık ve kıyafetin serbest bırakılmasını öngörmeyen ek 17'nci madde, Anayasa'ya aykırı değildir" dedi. Halen yürürlükte olan ek 17'nci madde, "Kanunlara aykırı olmamak kaydıyla Yüksek Öğretim Kurumları'nda her türlü kıyafeti" serbest bırakmıştır. Anayasa Mahkemesi (Anayasa'nın 153'üncü maddesine göre) iptâl kararlarında kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez. Kaldı ki, ek 17'nci maddeyi iptâl dahi etmemiş, sadece, Meclis'in iradesine ters düşen bir yorum yapmıştır; ek 17'nci maddenin "dinî nitelikli kılık ve kıyafetin serbest bırakılmasını öngörmediğini" belirtmiştir. Oysa 17'nci madde, Anayasa Mahkemesi'nin yorumunun aksine, tam da üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakmak için çıkarılmıştır. Zaten Anayasa Mahkemesi'nin yorumları da bağlayıcı değildir. Bağlayıcı olan, sadece iptâl kararlarıdır. O tarihte, bugün cumhurbaşkanı olan Sezer, Anayasa Mahkemesi üyesiydi. Sezer, karşı oy yazısında, "Ek 17'nci maddenin iptâl edilmesi gerektiğini; edilmemesi halinde yürürlükte olan kanunla başörtüsünün serbest kalacağını" belirtiyordu. Sezer'in de vurguladığı gibi, iptâl edilmediği için 17'nci madde yürürlüktedir ve kanunlara aykırı olmamak kaydıyla Yüksek Öğretim Kurumları'nda her türlü kılık kıyafet serbesttir. Kanun ve başörtüsü
Yanlış bir bilgilendirme sonucunda, başörtüsünün, devrim kanunlarına aykırı olduğu sanılıyor. Oysa başörtüsünü yasaklayan hiçbir devrim kanunu mevcut değil. Kıyafet ile ilgili 3 kanun mevcut: 25 Kasım 1925 tarihli Şapka İktisası Hakkında Kanun, 3 Aralık 1934 tarihli Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanun, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu. Şapka İktisası Hakkında Kanun, milletvekillerinin ve memurların Türk milletinin kullandığı şapkayı giymek mecburiyetinde olduğunu belirtmektedir: "Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup, buna ters bir itiyadın devamını hükûmet men eder" Görüldüğü gibi 1925 tarihli Şapka Kanunu'nun başörtüsüyle hiçbir ilgisi yok. Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun ise, "Ruhanilerin, mabet ve ayinler haricinde Ruhani kisve taşımalarını yasaklar, her din ve mezhepten yalnız bir Ruhaniye, madet ve ayin haricinde Ruhani kıyafet taşıyabilmek için geçici izin verilebileceğini öngörür. Bunun yanı sıra, izcilerin, sporcuların alâmet ve kıyafetlerini düzenler. Türkiye'yi ziyaret eden veya Türkiye devleti nezdinde memur bulunan ecnebilerin resmi üniformalarını, nerelerde ve ne zaman taşıyabileceklerinin hükûmet tarafından tesbit edileceğini" belirtir. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nunda da, başörtüsü yasağı mevcut değildir. Ek 19'uncu madde sadece, "Devlet memurları, kanun, tüzük ve yönetmeliklerin öngördüğü kılık ve kıyafet kurallarına uymak mecburiyetindedir" diyor. Devlet memuru için başörtüsü yasağını 1982 tarihli "Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin kılık ve kıyafetine dair yönetmelik" getiriyor. Bu yönetmeliğe göre, kadınlar, "Elbiseler temiz, düzgün, ütülü, sade; ayakkabılar veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı; görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış; tırnaklar normal kesilmiş olur. Pantolon, kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz veya elbise giyilmez. Etek boyu dizden yukarı ve yırtmaçlı olamaz. Sandalet ayakkabı giyilemez." Yönetmelikte görüldüğü gibi "başın açık olması" 5'nci maddede sıralanan şartlardan sadece bir tanesidir. Meselâ erkekler için de bazı kurallar var: "Kulak ortasından aşağıya favori bırakılamaz. Saçlar, kulağı kapatmayacak biçimde ve normal duruşta enseden gömlek yakasını aşmayacak şekilde uzatılabilir, temiz, bakımlı ve taranmış olur. Sakal bırakılmaz. Bıyık tabiî olarak bırakılır, uzunluğu üst dudak boyunu geçemez. Üstten alınmaz, yanlar üst dudak hizasında olup, alt uçları dudak hizasından kesilir." Yönetmelik başörtüsüne bıyıktan daha az yer ayırıyor. Acaba amirler her memurun favorisini, saç tıraşını ve bıyık boyunu denetliyor mu? Üstün irade
Başörtüsünü yasaklayan hiçbir devrim kanunu mevcut değildir. Atatürk de hiçbir zaman başörtüsüne karşı bir devrim yapmamıştır. Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi, Anayasa Mahkemesi kararlarını en üstün irade sayarsak, milli iradeyi çöpe atmış olmaz mıyız? Anayasa değişir. Cumhurbaşkanı direnirse, bu değişiklik referanduma da sunulur. Sonunda millet ne istiyorsa o olur.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |