T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bana özgü görüşler

Nesnel (objektif) olduğunu iddia eden yazarlar vardır, ben onlardan değilim... Hemen her konuda kimi 'bana özgü' görüşlerim var benim; yazarlığı 'bana ait görüşleri' okurlarla paylaşmak olarak anlıyorum. Yazdıklarımın ses getirmesini bekliyorum diye beni kınamayın lütfen. Birincil görevim iş tanımım içinde gizli: "Okuru aldatmamak..."

Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti'nin seçimden iktidar olacak çoğunlukla çıkması, Abdullah Gül'ün başbakanlığa atanması üzerine bu sütunda şimdiye kadar pek rastlamadığınız türden yazılar okudunuz. Başbakanlık koltuğuna oturan Abdullah Gül ile kökü çok eskilere dayanan bir arkadaşlığımız olduğunu yazdım. Birlikte koştuğumuz günlere ait bazı anılar aktardım. Bizlerden biraz daha genç olan Tayyip Erdoğan'ı yine aynı dönemlerden tanıdığımı da çıtlatmış oldum.

Bu yazıları yazmaktaki ilk amacım, yeni başbakanı benim gözümden tanıtmaktı tabii; ancak bunu yaparken de, okura dolaylı bir mesaj verdiğimi sanıyorum. Her insan gibi, benim de, dostlarıma karşı 'yumuşak' bir tarafım vardır. O yazılarla uyarılmış oldunuz.

Bugünün evrensel gazetecilik anlayışı, 'çıkar ilişkisi' anlamına gelecek bilgilerin okurlara sunulmasını şart koşuyor. Medya etiğini savunma iddiasıyla yayın hayatına giren "Brill's Content" adlı Amerikan dergisi daha ilk sayısı yüzünden hesaba çekilmişti; derginin yönetmeni Steven Brill, maddi katkıda bulunacak kadar bir partiye yakın olduğu halde, bu bilgiyi okurlarıyla paylaşmadığı için... Bu tür bilgiler, okura saygının gereği olarak mutlaka duyurulmalıdır.

Hassas koltuklarda oturmuş bir ekonomi bürokratı, emekli olduğunda, kendi işini kurma girişiminde bulunmuştu. Yalnız başına işe soyunmak yerine, Ankaralı birkaç gazeteciyi de yanına ortak aldı. Bunu duyduğumda ağzımın iki karış açık kaldığını bilmenizi isterim. O günden sonra, eski bürokratı da ortağı gazetecileri de yakından izledim; haberler ve yorumlarda isimleri geçtiği halde, hiçbiri, yakınlık derecelerini açığa vurmadı...

Şöyle bir durum düşünün: Yazarsınız ve eşinizin taraf olduğu bir konuda kalem sallıyorsunuz; fakat hakkında yazı yazdığınız konuyla 'hissi' bağınızı hiç belli etmeden... Ucundan kan damlayan kaleminizle saldırdığınız kişi eşinizin (kardeşinizin, yakın bir akrabanızın) ticari veya mesleki rakibiyse, sadece belden aşağı vurmuş olmuyorsunuz, okurunuzun güvenine de ihanet ediyorsunuz demektir. Ben, ülkemizde bu tür vakalar olduğundan da haberdarım.

Bir yazarın 'partili' kimliği de okurları ilgilendirir. Bir gazetede sütunu veya televizyon kanalında programı olan ve siyasi yorumlar yapan birinin, aslında merkez karar organına seçilecek ya da listesinden milletvekili adayı olacak kadar bir partiye yakın durduğunu bilmek okurun hakkıdır. Bir partinin lideriyle, bir başbakanla meslek-dışı irtibatlardan kaynaklanan yakınlığın bilinmesi de öyle.

Eşi ticaret yapan, kendisi partiye kayıtlı veya devlet adamlarıyla arkadaş ilişkisi bulunan bir muhabirin, yazarın, yorumcunun, yazdıkları ve yorumladıklarının illâ 'taraf tutar' bir havası olması beklenmez. Sözgelimi, ben, kendi doğrularımı en yakınlarımın yanlışlarına tercih ederim; yanlışı yapan babamın oğlu olsa yüzüne vurmaktan çekinmem. Karakterimin bundan sonra değişeceğini sanmayınız...

Şu sıralar, seçimden başarılı çıkan parti ve başbakanlığa gelen siyaset adamıyla ilgili çok yönlü iddialar dolaştırılıyor. Ağzı olanın konuştuğu bir ülke burası; bu yüzden söylentileri yadırgamıyorum. Ancak, benim kanaatim, o söylentilerin tam aksi istikamette oluşmuş bulunuyor: 3 Kasım sonucu, dünyadaki uğursuz ve korkutucu gelişmeleri tersine çevirebilecek bir sürecin başlangıcı olabilir... Demokrasi ve lâikliği evrensel ölçülere uygun biçimde uygulayan bir ülkenin yönetimindeki dindar insanlar, dünyaya örnek olabilecek bir 'model' oluşturabilirler...

Bu yüzden, 3 Kasım sonucunu bir 'kazanım' olarak görüyorum ve yoldan saptırılmaması gerektiğine inanıyorum. Korktuğum ise, hiçbir sorumluluk hissi duymayan kişilerin, herhangi bir somut bilgiye dayanmayan senaryolarıyla işleri sarpa sardırmasıdır. Böyle bir tehlike her zamankinden daha fazla bugün söz konusu... 'Komplo' iddialarıyla kolayca 'komploya' mâruz bırakılabilecek korunmasız bir iktidar bu.

Böyle düşünüyor olmam yanlışları görmezden gelmemi getirmeyecek, meraklanmayın... Şu ilk günlerin tedirginliği geçsin, hükümeti oluşturan bakanlar daha rahat hareket etmeye başlasın, ülkenin içine girdiği sürecin iç ve dış boyutlarını yine burada okuyacaksınız. Çünkü şu anda olan-biten her şeyin, içteki bazı değişimler kadar dışarıdaki muhtemel gelişmelerle de irtibatı var...

Tayyip Erdoğan'ın dış temasları da, Abdullah Gül'ün içeriye verdiği mesajlar da hükümetin gücünü artırıyor. Benim keskin inancım, bugünün ortamında, Türkiye'nin 'güçlü bir hükümete' ihtiyacı olduğu yönündedir. Başka partiler ve değişik liderler elinde bir güçlü hükümet olacağına, Ak Parti ve Erdoğan ile Gül liderliğinde bir hükümetin o güce sahip olmasını yeğlerim...

Türkiye, 'gerçek anlamda demokrat', 'gerçek anlamda lâik' bir ülke olma yolunda ilk adımlarını atıyor. Bu gelişmeyi sakatlayacak, insanlarımızı hayal kırıklığına düşürecek senaryolarla işim olmasını beklemeyiniz.


26 Kasım 2002
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED