T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Pepsi neden satıldı

Hikayeyi artık herkes biliyor. Pepsi'nin Türkiye'deki üreticisi Fruko'nun elde kalan bütün hisseleri 100 milyon dolara Pepsi Bottling Group'a satıldı. Türkiye bu satışı giderek Dallas dizisi izler gibi "bakalım yarınki bölümde ne olacak?" merakıyla izliyor. Büyük gazeteler de aslında Türk ekonomisinin ne halde olduğunu anlayabilmek için bulunmaz bir kriter olan bu satışın taşıdığı anlamı okurlarından gizlemek için elinden geleni yapıyor. Aile içindeki kavga o kadar detaylı yansıtılıyor, o kadar magazinleştiriliyor ki satıştan gelen para bundan sonra kime yâr olur bilinmez!

Mesele tabii ki bu değil. Ortada Fruko'nun sahibi olan Melih Sipahioğlu'nu ve Sipahioğlu ailesinin kavgalarını aşan dramatik bir durum vardır. Aile belki –ve umarız- bir süre sonra barışacaktır ama Türk ekonomisindeki moral ve kan kaybına karşı umut verici bir çözüm ihtimali görünmemektedir.

Fruko'nun 100 milyon dolara satılan hisselerinin oranı yüzde 77'dir. Diğeri hisseler yani yüzde 23 ise, bundan tam üç yıl önce yine Pepsi Bottling Group'a satılmıştı. Ama, 80 milyon dolara. Bugün ise büyük hissenin yüzde 77'nin değeri sadece 100 milyon dolar. Aradan geçen iki yılın içinde sadece Fruko'yu değil bütün Türk sanayiini ve halkını fakirleştiren bir önemli tarih var: 21 Şubat!

Bu tarih, yani Şubat krizi Türkiye'de üretilen herşeyi değersizleştirdi, Türkiye'nin sahip olduğu herşeyi ucuzlattı. Nitekim; bugünlerde adı ABD'deki Enron skandalına karışan dünyaca ünlü denetim şirketi Arthur Andersen'in Fruko için 2 yıl önce biçtiği değer de 360 milyon doları buluyordu. Kabaca bir hesapla Fruko, krizden sonra üç kat değer kaybetmiş bulunuyor.

40 yıllık geçmişi olan hem köklü, hem de prestijli bir şirket, Şubat krizinin Türk ekonomisine dayattığı olumsuz şartlara boyun eğmek zorunda kaldı. Sipahioğlu, büyük ihtimalle kriz olmasaydı da şirketi satacaktı ama alıcısı ve fiyatı kesinlikle bugün olandan farklı olacaktı. Bu bir yabancı sermaye girişi değil, yerli ve tecrübeye dayalı bir sermayenin bitişidir. Üretimdeki yerli sermayenin ranta dönüşüdür. Bu süreçte, ismi daha az bilinen birçok yerli sanayi kuruluşu benzer gerekçelerle yabancıların eline geçti ancak, Fruko'nun gidişi sadece zararına ve zoraki bir satış değil Türk sanayiinin moral olarak yenilgisi demektir.

Türkiye bırakın eşit şartlarda ortaklık yapmayı ya da piyasanın hak ettiği ölçüde pazar açmayı; ürettiği değerleri yabancı sermayeye karşı "öldüm fiyatı"na ve altın tepsi içinde sunmaya hazır bir bit pazarı ekonomisine dönüşmüş bulunuyor. Dahası, bu arza talep sunanlar arasında yine Türk menşeli yatırımcılara rastlanmıyor. Şubat sonrası şartları o kadar dayanılmaz hale gelmiş bulunuyor ki, Sabancı gibi finansman sorunundan en az etkilendiği kabul edilen bir holding bile prestij kaybına aldırmaksızın Toyota'daki hisselerini elden çıkarmak zorunda kalabiliyor.

Yani, görünürde yabancı sermaye formu taşıyan bu sermaye hareketi aslında ucuza fabrika kapatmaktan başka anlam ifade etmiyor. Dolayısıyla yabancı sermayeden beklenen nominal ve marjinal faydalar; ilave yatırım, ilave istihdam, ilave pazar, ilave rekabet ve nihayet ilave vergi ve fon kazanımı sözkonusu olamıyor. Özetle, hacim sabit kalıyor, patronun milliyeti değişmiş oluyor.

Peki, krize rağmen kazanan, krizi fırsata dönüştüren firmalar yok mu? Var.

16 Mart 2002 tarihli Milliyet Gazetesi'nin ekonomi sayfasının manşetinde Fruko'nun nasıl ucuza gittiğine dair bir haber ikinci manşette ise bu soruya cevap veren başka bir haber yer alıyordu. Habere göre, Johnnie Walker, J & B, Smirnoff ve Archers gibi içkilerin Türkiye mümessili olan GuinnesUDV Türkiye'deki krizden kârlı çıkmış bulunuyor. Şirketin Genel Müdürü Ulrich Messer nasıl kâr ettiklerini şöyle anlatıyor: "Türkiye'deki döviz kuru dalgalanmasını hayretle izliyoruz. Biz de kuru öngörebilmek için Citibank, Finansbank ve IMF'de çalışan Harward'lı arkadaşlara danıştık. Sonuçta, birçok ithalatçının düştüğü sıkıntıya düşmedik. Hatta, yüzde 20-30 oranında kur farkı kazancı elde ettik."

Bir yanda kurdaki dalgalanma nedeniyle yok pahasına elden çıkarılan 40 yıllık bir şirket diğer yanda kuru tahmin ederek ülkedeki genel fakirleşmeye karşı büyüyen bir başka şirket.

Şimdi ikisinin patronu da yabancı ve ikisi de Türk tüketicisine ürettiklerini ya da ithal ettiklerini içirmeye çalışıyorlar ve kazanıyorlar. Bunun için, pazardaki "derde ya da neş'eye" değil, Türk ekonomisi üzerindeki öngörü becerilerine güveniyorlar. Yerli aktörler tarafından öngörülemez bir mekanizmaya dönüşen Türk ekonomisi, yabancılar için her geçen gün daha da iştah kabartan bir cazibe haline geliyor.


19 Mart 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED