|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye, dün tarihinin herhalde en ilginç 'liderler zirvesi'ne kilitlendi. Başkent Ankara'da 'Başkent Hastanesi Zirvesi'... Cumhuriyet'in kurucusu Kemal Atatürk'ün hastalığı uzun sürmüştü. Buna rağmen, Cumhurbaşkanı Atatürk'ün hastalık döneminde kaldığı ne Savarona yatında, ne de Dolmabahçe Sarayı'nda 'ülkenin yönetildiği'ne ilişkin bilgiler siyasi tarihimizde yer almıyor. Gerçi, dönem 'tek parti' yönetimi dönemiydi ama tek partili sistem içinde de 'iktidar mücadelesi' eksik değildi. Nitekim, İsmet İnönü'nün Başbakanlık koltuğunu Celal Bayar'a devretmesi, Atatürk'ün hastalığı döneminde ve üstelik Atatürk'ün iradesiyle gerçekleşmişti. Yani, hastalık, siyasete tümüyle engel değil. Yine de, 'devlet ricali' ülkenin temel siyasi kararlarını tartışmak üzere, bir hastaneye taşınmamıştı. Belki de 'Başkent Hastanesi Zirvesi', Türkiye'deki derin ve vahim 'siyasi sistem hastalığı'nı yansıtan bir metafor. Hastalık, Ankara'da. Başkent'te. Yönetim merkezi 'hasta' olan bir ülkede, hastalığın 'aşağıya inerek', bünyeyi yani ülkeyi ve toplumu sarması, yabana atılır bir ihtimal değil. Ankara'nın ülkenin geri kalanından ciddi biçimde koptuğunun belirtilerinden biri aşağıda yer vereceğimiz mektup. Çileli halkın bir bölümünü oluşturan ve aşağıdaki mektubu gönderen insanların, 'Başkent Hastanesi Zirvesi'nin umurunda olmadıklarına hiçbir kuşku yok. Onlar haykırıyorlar ve sesleri işitilmiyor. Mektubu bana daha önce de göndermişlerdi. Sanırım, birçok kişiye daha gönderdiler. Köşe yazarlarının 'sessizlerin dili' olduğunu düşünüyorlar belki de. Gazete köşeleri, dünyayı ve ülkeyi yorumlayabilmek için bir araç olarak kullanılabiliyor ama bir 'karar mercii' değiller. Deprem darbesini yemiş ve çaresizlikten çırpınan insanları, bu kez, bu köşeyi terkediyor ve seslerini duyurabilmelerine yardımcı olabilmek için gönderdikleri mektubu, virgülüne dokunmadan, aynen yayınlıyorum: "Cengiz Bey,
Biz 17 Ağustos Depremi akabinde çıkarılan 575 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin geçici 8. maddesinin 4. fıkrasına istinaden istihdam edilen ''geçici işçi''leriz. Kocaeli'nden yazıyoruz. Çoğumuz depremzede olduğumuz halde depremde arama-kurtarma çalışmalarına katıldık. Daha sonra kurulan Afet Bölge Valiliği'ne bağlı olarak çadır kurma, enkaz kaldırma, eğitim verilmesi, çadırkentlerin oluşturulması-işletilmesi ve bunun gibi hizmetlerde mesai gözetmeden çalıştık. 17 Kasım Bolu-Düzce Depremi sonrasında da aynı gayret ve çabayla hizmetlerimizi sürdürdük. Çankırı Depremi, Afyon Depremi sonrasında çadırkentlerin kurulması, lojistik işinde, çadırların toplanmasında (Yalova, Bolu, Kaynaşlı, Düzce, Gölcük, Karamürsel gibi yerlerde) gece-gündüz demeden çalıştık. Deprem sonrası ise işe başladığımız illerde birçok kamu kurum ve kuruluşlarında genel hizmetlerde istihdam edildik. Halen azımsanmayacak derecede katkı sağlıyoruz bulunduğumuz yerlerde. Buralarda memur kadrolarında çalışan arkadaşlarımızın yaptığı hizmetlerin aynısını belki de fazlasıyla bizler de yerine getiriyoruz. Bütün bu özverili çabalarımıza karşılık her düzeyde eğitim görmüş bizlere verilen aylık ücret asgari ücret düzeyini geçmemiştir. (163 Milyon TL. net). Bu zor hayat şartlarında asgari ücretle geçinmeye çalışıyoruz. Buna rağmen, gördüğümüz hizmetlerin aksaması dahil herşey göze alınarak 28 Haziran 2002 günü işimize son verileceğini öğrendik. (Valilerin arzı ile işimize son veren kişi/makam Başbakanlık Müsteşarı Sayın Ahmet Şağar.) İktisadi buhran ve getirdiği görülmemiş işsizlik ortamında, ailelerimizi aldığımız asgari ücretle (163,000, 000 TL) kıt kanaat geçindirmeye çalışırken, işimize son verilmesi kararı hepimiz büyük bir korku , üzüntü ve derin umutsuzluğa sevketti. Biz Kocaeli'ndeniz ama bizim gibi Bolu, Düzce, Sakarya ve Yalova'da çalışan toplam 560 arkadaşımız var. İÇİMİZE SİNDİREMEDEĞİMİZ ŞU : Birçok alandaki israf, yolsuzluk, hortumculuk gözden ısrarla uzak tutulurken, gelir dağılımı darmadağın olmuşken, adalet kaybolmuşken 560 işçinin aldığı 163 Milyon Lira'lık asgari ücrete göz dikilmesi... Mizden ''tasarruf'' edileceğini tasarladıkları parayla, ülkemiz kurtuluyorsa (bizi buna ikna etmeleri şartıyla) birer ay daha ücretsiz çalışalım. Saygılarımızla...
Not: Bu satırlar tamamlandıktan hemen sonra, 'Hastane'deki Zirve'nin sonuç bildirisi açıklandı. Açıklama, 'yönetimdeki yani Ankara'daki hastalığı' bir kez daha yansıttı. Buna göre, koalisyon ortakları (Ankara diliyle '57. Cumhuriyet Hükümeti') Avrupa Birliği konusunun görüşüldüğü iki saati aşan toplantıda, bu konuda yani Türkiye'nin en önemli 'ulusal-stratejik hedefi' konusunda karara varamadılar. Yani, idam, anadilde öğrenim ve yayın hakkı gibi konularda tıkandılar. Nerede anlaştılar? 'Uyum içinde çalıştıkları'nın duyurulmasında ve 'erken seçim tartışmalarının sona erdirilmesi'ni istemekte. Dolayısıyla, Ecevit turp gibi sağlammışcasına, 'eski tas, eski hamam' halinde 'sistem'in devamında anlaştılar. Türkiye, Ankara'nın fazla umurunda gözükmüyor...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |