T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
'Din istismarı' ve 'otoriterlik', birbirinin siyasal ikizidir

Anayasa Mahkemesi Başkanı Bumin'in yüksek mahkemenin kuruluş yıldönümünde ifade ettiği sözlerini herkes kendi "meşrebine" göre anlamış. Bazı gazeteler Bumin'in konuşmasını, "dini istismar eden partilere ders vermek" şeklinde öne çıkarmışlar, bazıları da Bumin'in "parti kapatmalar zorlaştırılsın" şeklinde mesaj verdiğini vurgulamışlar.

Maalesef Türkiye bu halde.

Bir hukuk adamının konuşmasını bütünlüğü içinde anlamak bile kimsenin işine gelmiyor.

Herkes kendi meşrebine göre bir mesajı öne çıkarıyor.

Böylece bir hukuk adamının konuşmasında verilen mesajı kimsenin dinlemediği, herkesin kendi amacını başkalarının konuşması üzerinden yansıtmaya çalıştığı görülüyor.Her türlü tartışmayı sahteleştiren, sadece sahtekarlığı egemen kılan bir gidişat bu.

Oysa Bumin en yüksek mahkemenin başkanı olarak "bütünsel" bir mesaj veriyor. Hatta bir hukuk adamı olarak verdiği bu mesaj, Türkiye'yi "normalleştirecek" sonuçlar doğurabilecek güçte. Eğer siyasette din istismarı yapılmazsa ve parti kapatmalar da zorlaştırılırsa, bundan demokrasi kazançlı çıkar. Öte yandan bu, "gerçek siyaset" yapmak isteyenlerin, siyasette sahteliğe ve haksız rekabete son vermek isteyenlerin arzulaması gereken bir çerçeve çiziyor.

Dinin siyasal bir enstrüman olarak öne sürülmesi ve buna karşı tedbir anlamında siyasi alanı otoriterleştiren müdahalelerin devreye sokulması her zaman birbirini besliyor. Böylece din de, demokrasi de istismar edilmiş oluyor. Çünkü siyaseti sahteleştirmenin ve sahteliğin devamı üzerinden siyasi güç elde etmenin "oyun"u bu.

Dini metafizik bir çerçeve olarak sabitleştirip siyaset sahnesine sürmek, bunu yapan siyasetçiye sahtekarca ama istismara son derece müsait bir alan açıyor. Kitleleri gerçek bir irrasyonalite içinde tutmak, bunu yapan siyasetçiye denetimsiz bir siyasi faaliyet yürütme imkanı sunuyor. Sonuçta olan "siyaset"e oluyor tabii. Siyaset güçsüz ve verimsiz bir hale dönüşüyor. Siyasetin bir "dinamik" haline gelememesi bu yolla sağlanmış oluyor.

Öte yandan buna tepki olarak ortaya çıkan ya da başka sebeplerle görünürleşme fırsatı kollayan "otoriteryenizm" ise, siyasi alanı, siyaset-dışı araçlarla dolduruyor. Ağır bir tazyik uygulayarak, siyasi alanın araçları olan partileri bile siyasetsizleşmenin parçası haline getiriyor. Otoriter arzular peşinde koşanlar, din istismarı yapanları işaret ederek, en kolay yoldan siyasete müdahale fırsatı yakalamış oluyorlar.

İşte bu iki kanat, iki uçtan baskı yaparak, siyaseti sıfırlayan, siyasal mekanı kırılganlaştıran ve sonuçta siyaset kurumunu güçsüzleştiren bir faaliyetin patronluğunu yapmış oluyorlar. Bir kanat sadece "parti kapatmalar zorlaştırılsın" fikrine yaslanıyor, öbür kanat sadece "siyasette din istismarı yapılmasına karşı tedbir alınsın" diye öne çıkıyor. Her iki yaklaşım da "siyasete düşman" olan bir pozisyon alıyor.

Görünürde bu kanatlar birbiri ile mücadele içinde olsa da, "siyaset" ve "demokrasi" gözüyle bakıldığında, bunların "siyasal ikiz" olduğu anlaşılıyor… Her ikisi de Türkiye'nin normalleşmesinden korkuyor, siyasetsizleşmeden gıdalanıyor ve varlıklarını "siyasetsiz siyaset" sayesinde devamlı kılıyor.

Bu, her yere sirayet etmiş durumda. Baksanıza medya bile Bumin'in konuşmasını aynı yaklaşımla veriyor; herkes kendi meşrebine göre konuşmanın bir parçasını alıp, geri kalanını saklıyor…


27 Nisan 2002
Cumartesi
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED