T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Neo-paganizm, sekülerliğin sorgulanması ve İslâm

Tüm dünyada paganizmin ("putperestliğin") yeni-şekillerde yeniden yükselişine tanık oluyoruz. Postmodern söylemlerle ve pratiklerle birlikte yeni-pananizm biçimleri icat edilmeye, tüm küre sathına yayılmaya, tüm toplumlara ve kültürlere nüfûz etmeye başlamış durumdadır. Burada altı çizilmesi gereken nokta şu: Paganizm, insanlık tarihinde marjinal bir tecrübedir ve büyük ölçüde de tarihteki "barbar Avrupa toplumları"na özgü bir fenomendir.

Toynbee'den Braudel'e, Dawson'dan Mumford'a, McNeill'den Frankl'a kadar tüm medeniyet tarihçileri, medeniyetlerin, dolayısıyla bilim, kültür ve sanat'ın fitilini ateşleyen, insanın yaratıcılığını geliştiren temel dinamiğin, motoriğin ve kaynağın din olduğu konusunda hemfikirdirler.

Avrupalıların, Yunan anakarasında, Anadolu'nun Batı yakasında (İyonya), İtalya'nın güneyinde ve Girit'te neşvünemâ bulan hem yaratıcı, hem de yıkıcı özellikler taşıyan medeniyet tecrübeleri geliştirdiklerini biliyoruz.

Avrupalıların antik Yunan ve Girit'teki Minos medeniyeti tecrübeleri yaratıcı, ufuk ve zihin açıcı olmuştur: Bu yaratıcı tecrübe, Minos'ların kadim geleneklerden beslenen Filistin ve Suriye civarındaki Fenikelilerle; Antik Yunan'ların ise yine din eksenli kadim geleneklerin kurucu dinamiklerini oluşturduğu ve "mabed toplumları" olarak adlandırılan Hint, Mısır ve Mezopotamya medeniyetleriyle temasa geçmeleriyle mümkün olabilmiştir.

Avrupa'da yaşanan medeniyet tecrübesinin yıkıcı örneklerini ise Minoslar'dan sonra gelen Mikenlerde ve Romalılarda görüyoruz.

Burada günümüzü de anlamlandırabilmek açısından dikkat çekilmesi gereken nokta şu: Avrupa'da gerçekleştirilen medeniyet tecrübelerinin aslî unsuru / ortak paydası paganizmdir. Paganizm, Avrupa'da tarihinde toplum, siyaset, ekonomi, kültür, düşünce ve sanat hayatının şekillendirilmesinde kilit rol oynayan en önemli dinamik, en belirleyici kurucu aktördür. Avrupa tarihindeki paganizm anlayışı, Heraklitus'un "insan her şeyin ölçüsüdür" aforizmasında ifadesini bulan ve bu yüzden de insanı insanın kurdu yapan bir siyasi, toplumsal, ekonomik ve askerî düzenin kurulmasına yola açmıştır.

Paganizm, Hıristiyanlığın tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte ortadan kalmamıştır. Hıristiyan teolojisinin inşasında da antik-Yunan pagan felsefesi belirleyici olmuştur: İnsan-merkezcilik, Hz. İsa'nın bir Tanrı olarak konumlandırılmasına yol açmıştır. Dahası Hıristiyanlık'taki teslis inancı, antik Yunan pagan felsefesindeki Platon'cu ve Stoacı felsefe geleneği üzerine inşa edilmiştir.

Paganizm, Roma imparatorluğu döneminde 300 yıl boyunca Hıristiyanların kitlesel kıyımlara tabi tutulmalarının başlıca sorumlusu olmuştur. M. S. 4. yüzyılda Hıristiyanlık resmen devlet dini olarak kabul edilmiştir ama Avrupa'da hayatın her alanına nüfuz eden pagan gelenekler, Hıristiyanlığın vahyî mesajının paganlaştırılmasına ve başkalaştırılmasına da yol açmıştır. Avrupa'da Rönesans'tan itibaren güçlü hukuk, siyaset, ekonomi ve toplum sistemlerinin geliştirilebilmesi, insanı insanın kurdu yapan paganizmin ürettiği acı tecrübelerden sonra mümkün olabilmiştir.

Öte yandan Batılıların Antik Yunanlılar döneminde dünyayı Helenleştirme; Romalılar döneminde dünyayı Romalılaştırma; Avrupa hegemonyası döneminde dünyayı Avrupalılaştırma; Amerikan hegemenonyası döneminde ise dünyayı Amerikanlaştırma gibi agresif (saldırgan) ve "barbar" yöntemlere (yani asimilasyon / eritme ve eliminasyon / kendilerine direnenleri ise yok etme yöntemlerine) başvurmalarının kökeninde paganizm yatar.

Paganizm, dini hayattan kovan, sekülerleşmeyi / laikliği yegane otorite, hegemonya ve meşruiyet kaynağı olarak alan yıkıcı bir aktördür. Bugün kültür ve eğlence endüstrisi, sekülerliğin sefih, bencil, hazcı hayat tarzlarını tüm küre sathında yaygınlaştırmakta; bu da yepyeni paganizm biçimlerinin, din-dışı kutsallıkların ve dolayısıyla sapkınlıkların tüm dünyada hızla köksalmasına yol açmaktadır. Bu yeni paganizm biçimleri, din dışı kutsallıklar, insanın primitif (ilkel) dürtülerini, bencil duygularını, sapkın haz biçimlerini kutsadığı, putlaştırdığı için tüm küre sathında insanın ruhu, iç dünyası, değerler ve ahlak sistemi delik deşik olmakta ve bu durum, insan türünün bile yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına zemin hazırlamaktadır.

Bugün bu durum, Batılı düşünürler, siyasetçiler ve aydınlar tarafından yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Batı'da sadece kendi bencil çıkarlarını, sapkın hazlarını düşünen ve bunları putlaştıran barbar bir insan tipinin zuhur etmesi, çocukların bile (son olarak Almanya'da, daha önce de Amerika'da, İngiltere'de ve diğer Avrupa ülkelerinde sıkça gözlendiği gibi) tepeleri attığı an ortalığı kan gölüne çevirmekte bir an bile tereddüt etmeyecek kadar barbarlaşması, Batılıları kara kara düşündürtmekte, yepyeni arayışlara sürüklemektedir.

Bu arayışların odaklandığı alan sekülerliktir: Paganizmin / barbarlığın dölyatağı olan sekülerlik, bugün Batılı düşünürler tarafından kıyasıya sorgulanmaya başlanmış durumdadır. Artık Batı'da "seküler aklın ötesi", "post-seküler felsefe" gibi arayışlar, çağdaş sosyal teorinin en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir.

Bu tür sorgulama çabalarının Habermas gibi Marksist düşünceden beslenen çağımızın en büyük düşünürlerince de yapılması oldukça dikkat çekicidir. Bugünlerde ülkemizde bulunan ve Boğaziçi'nde bugün bir konferans verecek olan Habermas'ın laikliğe ilişkin eleştirilerini Tanıl Bora'nın Radikal 2'de yayımlanan "Akıl Hocası" başlıklı yazısından aktarıyorum: "Üstad, 11 Eylül sonrası 'global olağanüstü hal rejimi' atmosferinin göbeğinde, 'fundamentalizm ve Batı' meselesine değinmiş; Batı'nın dünyayı etkisi altına alan kendi sekülerleştirme tarihini yeniden düşünmesi... gerektiğine dikkat çekmişti. Habermas'a göre, laik düzende, dindarlar, görüşlerini... seküler dile çevirmek [zorunda bırakılıyorlar]. Oysa bu, iletişimi güçleştirdiği gibi, laik toplumu, dinî anlam kaynaklarıyla temastan yoksun bırakmaktadır. Dolayısıyla demokratik bir kamuoyunda, laik görüş açısı, dinî dilin anlam temellerini anlamaya açık olmalıdır."

Tanıl Bora'nın kaleminden aktardığım Habermas'ın görüşleri, laikliğin her şeyi dümdüz eden saldırganlığına dikkat çekmesi bakımında oldukça anlamlı ve düşündürücü. Batı'da bile laikliğin sorgulanmaya başlandığı bir zaman diliminde, Türkiye'de İslâm'ın siyasette temsilinin önünün kesilmesinden, başörtüsü yasağına ve İmam-Hatiplerin kapatılmasına kadar toplumun İslâm'la ilişkisini sıfırlamaya çalışan saçma sapan uygulamaların hem de son derece ilkel, kaba-saba yöntemlerle hayata geçirilmesi, elitlerimizin ne denli feleklerini şaşırdıklarını gösteriyor.

Sadece müslüman toplumların değil, tüm dünyanın, -insanın hem iç, hem de dış dünyasını anlamlı kılan- İslâm'ın derinlikli anlam haritalarına şiddetle ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde İslâm'ın müslüman bir toplumda bile şeytanlaştırılması, bu toplumun dinamizmini, enerjisini yok etmekten ve tarihsel yürüyüşünü durdurmaktan başka hiçbir şeye hizmet etmeyecektir.

Umulur ki, sekülerliğin Batı'da bile yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandığı bir dönemde, Türkiye'de sekülerliği adeta din katına yükselten ve kutsayan feleğini şaşırmış elitlerimiz, yaptıkları işin, bu ülkenin önünü tıkamaktan, geleceğini karartmaktan başka bir işe yaramadığını görürler!


29 Nisan 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED