|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Anayasamızın 2. Maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin bir "hukuk devleti" olduğu yazılıdır. 21. Madde de şunlar var: "Kimsenin konutuna dokunulamaz. Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; (...) kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz." Bir düzenlemenin anayasada yazıyor olması elbette önemlidir. Zira bu üstün bir normdur ve ülkede yaşayan herkesin buna uyması, yasaların buna göre düzenlenmesi gerekir. Ama sadece bir hususun anayasada yazıyor olmasının fazla bir anlamının olmadığı da ortadadır. Önemli olan buradaki düzenlemelerin toplum ve özellikle de iktidarı kullanan birim ve kişilerin bunları benimsemiş, içselleştirmiş ve uymaları gerekli üstün bir norm olarak kabul etmiş olmaları gerekir. Yoksa anayasada yazıyor olmanın bir önemi ve anlamı olmaz. Birkaç yıl önce bir ilin Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurlarına meslek içi eğitim kapsamında İnsan Hakları dersi veriyordum. Kişinin temel hakları ve ödevleri konusunu anlatırken söz Konut Dokunulmazlığına gelmişti. Konutun özel hayat alanı olduğunu, hakim kararı ve izni olmadan girilemeyeceğini, dokunulmazlığının medeni hayat için son derece önemli olduğunu falan anlatmıştım. O günlerde yaşanan bazı örneklerle de konuyu pekiştirmek istemiştim. O günlerde bir kişinin evi polisler tarafından medya eşliğinde basılmış ve evde birisiyle evlilik dışı ilişki halinde yakalanmak istenmişti. Bu olayın yanlış olduğunu, hakim kararı olmadan kişinin evinin basılamayacağını, evin kapısının kırılamayacağını, evdeki kişinin dışarıya çıkmasının beklenmesinin gerektiğini söylemiştim. Dinleyicilerden bir memur ayağa kalkarak "Öyle yağma yok, evinde gayr-i meşru bir faaliyette bulunacak, biz de evine girmeyeceğiz. Olur mu öyle şey? O kişinin yaptığı ahlak dışı bir eylemdir ve bunun topluma teşhir edilmesi gerekmektedir. Bunun için hakim kararı falan gerekmez!" anlamında sözler söylemişti. Bu olayı, Cumartesi günü Yeni Şafak gazetesinin bir grup polis tarafından hakim kararı olmaksızın basılması, aranmak istenmesi ve çalışanların taciz edilmesi üzerine hatırladım. Polis basit ve şüpheli bir ihbar telefonunu gerekçe göstererek bir gazeteyi basıyor, girene çıkana kimlik soruyor, arama yapmak istiyor. Kendilerine hakim kararı sorulduğunda olmadığı anlaşılıyor, onun üzerine ilgili yerlerle telefonlaşarak karar alınmaya çalışılıyor. Bunun niçin yapıldığı, kimin emir verdiği, ne amaçlandığı çok önemli değil. Muhtelif tefsirler yapmak mümkün. Nitekim yapılıyor da. Önce biraz cılız çıkan protestolar giderek güçleniyor. Basın Konseyi Başkanı O. Ekşi önce basınla ilgili bir işlevle ilişkilendirmede zorlanırken ardından kınama mecburiyeti duymuştur. Ben asıl önemlisi bu olay dolayısıyla ayan beyan ortaya çıkan devletin kolluk güçlerinin ve siyasal iktidarın belli pozisyonlarında bulunup yetki kullanan kamu görevlilerin taşıdıkları zihniyetin ortaya konmuş olmasıdır. Yukarıda bir güvenlik görevlisinin konut dokunulmazlığı konusunda ortaya koyduğu tutumla Yeni Şafak gazetesini yargı kararı olmadan basan güvenlik güçlerinin ortaya koydukları tutum arasında hiç bir fark yoktur. Bunu gerçekleştirenler kendi eylemleri için ne bir yargı kararı aramaktalar, ne de anayasa ve yasalara uyma gereğini duymaktadırlar. İşte işin vahim tarafı burasıdır. Bu bir devlet zihniyetidir ve asıl mücadele edilmesi gereken husus burasıdır. Zaten bu baskın dolayısıyla "polis devleti" tartışmalarının gündeme gelmesi, baskına değinen pek çok kişinin sözü polis devleti tehlikesine getirip noktalaması boşuna değil. Polis devleti, zorunlu olarak hukuk devletini çağrıştırmakta. Veya tersi olmakta. Anayasamız Türkiye'nin "hukuk devleti" olduğunu belirtirken "polis devleti" olmadığına dikkat çekmektedir. Polis devletinin en bariz vasfı elbette ki polisler tarafından yönetilen devlet değil. Güvenlik güçlerinin ve kamu görevlilerin eylem ve tasarruflarında hukuka ve yasalara uyma gereğini duymadan keyfi şekilde hareket ettikleri, kaba gücün bir sınır tanımadığı, usulüne uygun konulmuş kurallarla kendini sınırlı saymadığı bir devlet biçimi anlatılmak istenir. Bunun tersi ise hukuk devletidir. Hukuk devletinin en bariz vasfı ise, devlet güçlerinin önceden usulüne uygun konulmuş kurallara uygun davrandıkları, kendilerini hukukla sınırladıkları ve hukuk çerçevesinde hareket ettikleri bir devlet anlaşılır. Polis devleti hukuk devleti çizgisi, bir bakıma insanlık tarihi, medeniyet çizgisidir. Demokrasi talebinin ve mücadelesinin arkasındaki temel amaç da hukuk devletini tesis etmekten başka bir şey değildir. Hukuk devletinin bir yana bırakalım bari kanun/yasa devletini gerçekleştirebilseydik.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |