|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Londra'nın, sadece Londra'nın değil, belki de dünyanın sayılı saygın konser salonlarından biri olan Queen Elizabeth Hall'de önceki akşam Nazım Hikmet'i dinledik. Bilindiği gibi, '100'ncü Doğum Yılı' vesilesiyle UNESCO, 2002'yi bütün dünyada 'Nazım Hikmet Yılı' ilan etti. Bu çerçevede düzenlenen gecede İngiliz ve Türk sanatçılar Nazım'dan şiirler okudular, şiirlerinden bestelenmiş şarkıları seslendirdiler. Bin kişilik salon ağzına kadar doluydu. Yetkililer 200-300 kişinin de bilet bulamadığı için gösteriyi izleyemediğini söyledi. Gösteri bittikten sonra sanatçılar selam verip sahneden çekildiler. Bir bölümü, hadi İngiliz demeyelim, yabancı olan seyircilerin alkışları neredeyse on dakika devam etti. Kimse salondan ayrılmak istemiyor gibiydi. Merak ettim, kimlerdi bunlar? Çevremdekilere göz gezdirdim. Hadi küçük bir bölümünü tanıyorum, onların eğilimlerini de biliyorum, diyelim... Ya o sıradan, herhangi bir eğilimin, düşüncenin insanı olmayanlar? Türkiyeli Türkler var, Kıbrıs Türkleri var. Türkiye Kürtleri de var. Türkçe konuşan daha başkaları da vardır muhakkak. Burası Londra... Azerisi var, Batı Trakya Türkü var, hatta Bulgaristan Türkü var. Nazım Hikmet'i tanıyan, onun dünya halkları için verdiği mesajları kavramış olan siyahı var, beyazı var, sarı ırktan olanı var. "Nedir bu insanları bu salonda biraraya getiren?" diye düşündüm. Yığınlara, bir şairin şiirlerini dinlerken heyecanlanıp, kenetlenip bir ağızdan onun şarkılarını söyleten ne olabilir? Bu Türkiye'de de öyle değil miydi? Bir 'Karlı Kayın Ormanı'nı yüzbinlerin söylemesi neyi ifade ediyordu? O sırada aklıma başka bir şey geldi. ATV için 5 bölümlük Nazım Hikmet Belgeselini çekiyorduk. Yıl sanırım 1995 falandı. Bir kış günüydü. Moskova'da Nazım'ın mezarının bulunduğu Novedeviçye mezarlığında çalışmıştık. Nazım'ın yekpare siyah mermerden yapılmış mezar taşının toprakla kesiştiği yerde bir kutu bulunur. Bu kutuya mezarı ziyaret edenler isterlerse mektup bırakırlar. Kutuyu açtık, yine birkaç mektup var. Rusçası var, İngilizcesi var, Türkçesi daha çok var. Herkes kafasına göre bir şeyler yazmış. Mektupların yarıya yakını Rusya'da çalışan Türk işçilerine aitti. Dudak büktük. "Olur birkaç tane, ne var bunda" gibisinden... Daha sonra işimizi bitirip mezarlığın çıkış kapısına doğru yöneldik. Biz çıkarken kapıdan içeriye kalabalık bir grup girdi. Çoğu gençti. Aralarında Türkçe konuştuklarını duyarak yanlarına yanaştık. Moskova'da ya da civarında değişik şantiyelerde çalışan Türkiyeli işçilerdi. Merak ettim, nereye gittiklerini sordum. "Nereye olacak, şair babayı ziyarete" dediler. Ne yalan söyleyeyim çok şaşırdım. Bu durumu pek normal bulmadığım için üsteledim. "İlk defa mı geliyorsunuz?" diye sordum. "Yok abi" dediler, hep bir ağızdan. "O bizim şair babamız, biz onu sık sık ziyaret eder yalnız bırakmayız." Diyecek bir laf bulamadım. Vedalaşıp işçilerden ayrıldık. Benim için çok önemli olan bu olayı Queen Elizabeth Hall'deki Nazım gecesinin bitiminde yine hatırladım. Çevremdeki insanlara baktım. "Kim bu insanlar?" dedim, kendi kendime. Ve bir şeyi daha hatırladım sıkıntıyla: Birkaç gün önce bu sütunlarda yayınlanan, Sayın Mehmet E. Yavuz arkadaşımızın "Biz Nazım Hikmet'e fitiz de size ne oluyor?" başlıklı yazısını... 'Nazım Hikmet'e fitiz' ne demek? En azından onu şiirlerini bir ağızdan okuyan yüzbinlere, onun mezarını ziyarete giden sıradan işçilere ve bu salonu dolduran insanlarımıza karşı bu üslup biraz ayıp kaçmıyor mu? Nazım Hikmet kim ne derse desin kültürümüzün bir parçası. Nasıl Necip Fazıl ve diğer değerlerimiz de öyleyse... Kimse ne bu gerçekleri inkar edebilir ne de bu gerçekleri hafife alabilir. Sonra yazının bir başka yerinde geçen, "Biz, 2002'nin 'Nazım Hikmet yılı' ilan edilmesini izah edilebilir buluyoruz da.." lafı ne manaya geliyor? Neyi, kime izah etmek durumu var? Bu ülkenin kültürünün her parçası için aynı şey söz konusu olabilir. Kimsenin de kimseye bir şey izah etme yükümlülüğü olamaz. Mesela bu ülke kültürünün bir başka parçası olan Ahmede Hani'nin (Ehmede Xani) Mem-u Zin'in de 'izah edilmesi' mi gerekiyor? Kime karşı? Kimsenin artık ne Nazım Hikmet'i, Ne Necip Fazıl'ı ne de Ahmede Hani'yi ne yasaklama, ne küçük görme ne de aşağılamaya hakkı var. Bunları, bu topraklardaki çeşitli kültürlerin değerli parçaları olarak görmek ve hepsine gereken saygıyı göstermek durumundayız. Nazım Hikmet'in dizeleri zaten meseleye noktayı koymuş. "Yaşamak, bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine" Hepimiz bu ormanın içinde birer ağaç değil miyiz?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |