T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Nakd başka, intikad başka!

Telif veya tercüme, herhangibir kitabın eleştirisi, esas itibariyle, o kitapta mevcudiyeti tesbit edilen hatalı bilgi ve ifadelerin tashihi, daha doğrusu tashihi için bir imkân olarak kabul edilecek olursa, bu takdirde eleştirinin kendisinden yarar umulabilir; eleştiri(ler) sayesinde ilim ve kültür hayatı zenginleşir, tabiatıyla yazarlar ve mütercimler eleştirilerin sağladığı böylesi bir murakabe ortamında daha ciddi, daha titiz ürünler ortaya koymaya çalışırlar; hepsinden önemlisi ilim-fikir sevdalıları eleştirilerin kılavuzluğunda daha emin, daha sağlıklı bir zeminde hedeflerine ulaşabilmek imkânı bulabilirler.

Lakin bunların hepsi de birer hayaldir; en iyimser tabirle gerçekleşmesi mümkün olmayan birer temenniden ibarettir; zira kitap eleştirisi, doğası gereği, "kitaptaki yanlışların eleştirisidir"; herhangibir kitapta varolduğu tesbit edilmiş hataların gösterilmesi, kitabın yazarının/müterciminin, yayımcısının ya da okurunun uyarılmasıdır. Yapılan iş –hakkı verildiğinde– bir bakıma bardağın boş tarafını göstermek anlamına geleceğinden, eleştiri, sadece eleştirinin muhatabı için değil, sahibi için de sevimsizdir, üstelik ne kadar sevimsizse, bir o kadar da acı vericidir. Çünkü herşeyden önce yazar ya da mütercim –haklı eleştiriler karşısında– eğer itibarı varsa itibar kaybına uğrar, yoksa, bu sefer iyice yok olur. Yayıncı için mesele en nihayet maddidir, iktisadîdir; o, iktisadî kayba uğrar; uğramasa bile muhtemel bir kaybın endişesini taşır. Eleştirinin sahibine gelince, onun işi hepsinden güçtür; zira malumdur ki eleştiri –haklı bile olsa– sahibine iyi şöhret kazandırmaz; ilmî veya maddî bir kazanç sağlamaz; bilakis muhaliflerini artırır. Vakit ayırıp eleştirdiği kitapların sahipleri, umûmiyetle eleştirilerini birer "suçlama", kendisini ise bir "düşman" olarak algılarlar, dolayısıyla ya "ok atttığı" ya "(.)ok attığı" iddiasında bulunurlar ki bu tutumlarında bazen hiç de haksız sayılmazlar; zira eleştirmenlerin bazıları her ikisini de yaparlar ve aralarındaki farkı pek önemsemezler. Kısacası, haklı olsun olmasın eleştiri çokluk verimsiz, verimsiz olduğu kadar da sevimsizdir. (Takdir edilmeli ki eleştiri görünümlü, tanıtım yazısı kılıklı 'müdahene' gösterilerini burada saded harici addediyorum.)

Yıllardır eleştiri'nin 'verimsiz' ve 'sevimsiz' bir iş olduğunu bilmeme rağmen yine de eleştiri yazmaktan kendimi alamam. Çünkü ben eleştiri yazılarımı, lafı hiç dolandırmadan söylemeliyim ki sadece şahidi olduğum katliamların sevk-i tabiisiyle, yani öfkelendiğim için yazarım. Çünkü kifayetsiz muhterisleri hiç ama hiç sevmem! Böylelerini 'kifayetsiz' oldukları için değil, kifayetsiz oldukları halde ihtiraslarını gemleyemedikleri için sevmem; bu nedenle de ihtiraslarının kuyruğuna takılıp cânım eserleri/fikirleri mülevves elleriyle kirletmelerine göz yummak bir türlü elimden gelmez. Çaresiz 'verimsizliği' de, 'sevimsizliği' de göze alıp yapmam gerekeni yapar, hiç değilse bu kadarcık olsun sorumluluğumun icabını yerine getirip tarihe kayıt düştüğümü düşünerek müteselli olmaya çalışırım.

'Öfke', üslûbumun değil, yazmamın nedenidir. Bugüne değin yazdığım hiçbir eleştiri yazısını, okuduğum bir kitapta öylesine rastladığım birkaç hatadan dolayı yazmadım. Daha açıkça konuşmam gerekirse, ben eleştirilerimi, eleştirdiğim insanların hatalarından dolayı kaleme almadım. Her insanın hata yapabileceğini bilirim; çünkü bizzat yaptığım hataları –hem de gayet– iyi bilirim. Binaenaleyh "kifayetsizleri", haklarında yazı yazmayı gerektirecek kimseler olarak görmedim bugüne değin. "Kifayetsiz muhterisleri" ise hatalarından dolayı, hata yaptıklarından dolayı değil, "en basit ahlâk ilkelerini bile çiğnemekten ar etmeyen heveskârlar" şeklinde telakki ettiğim için eleştirdim. Eleştiri yazılarını, muhataplarımı veya muhataplarımdan gelecek cevapları düşünürek yazmamamın bir nedeni budur. Diğeri de şu: Ben "nicelik itibariyle" cevaplanabilecek öylesine yazılmış bir eleştiri yazısı kaleme almadım; zira sadece sıradan birkaç hata için yazı yazmaya lüzûm görmedim. Muhataplarımdan gelen hemen hemen bütün cevapların "üslûbumun şiddeti"yle alâkalı olmasının sebeplerini asıl burada aramak gerekir.

Yazılarımda verdiğim misâller, yazar veya mütercimi eleştirmeme neden olan "hataların" misâlleri değil, bilâkis sebeb-i hakikî addettiğim "ciddiyetsizliklerini" gösterir misâlleridir. Bir yazar ya da mütercimin "hatalarını göstermek" ile "hatalarının seviyesine işaretle ciddiyetsizliğini göstermek" arasındaki fark, basiret sahipleri için izahtan vareste bir keyfiyeti hâizdir sanırım.


11 Ocak 2002
Cuma
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED