|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
En özgürlükçü, en demokratik kabul edilen 61 Anayasası, "Türk milleti olarak" egemenliğimizi "yetkili organlar eliyle kullanabileceğimizi" vaz'ediyordu. Anayasa Mahkemesi de o organlardan biridir ve kurumsal varlığını 27 Mayıs darbesine borçludur. Kağıt üzerinde böyle yazmıyor tabii. Fiiliyattan, yani uygulamadan yola çıkarak bu yorumu yapıyoruz. Elbette, parlamentodan çıkan kararların anayasaya uygunluğunu denetleyecek ve yasama organını hukuk çizgisinde kalmaya icbar edecek bir "üst yargı" organına ihtiyaç vardır. Ama, bizim "Anayasa Mahkemesi", parlamento kararlarının anayasaya uygunluğunu denetlemekle kalmıyor, kafasına göre yasa yapıyor, yasa iptal ediyor, gerektiğinde kendi içtihadlarını yasalaştırıyor ve hatta "siyasete müdahale" olarak yorumlanabilecek kararlar alıyor. Oysa, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, bizdeki gibi, olağanüstü yetkilerle donatılmış ve gerektiğinde "parlamento üstü siyasî erk" fonksiyonu icra eden özel yargı kurumlarına rastlayamazsınız. Hemen aklıma, 12 Eylül darbesiyle varlık nedeni ortadan kalktığı halde, Anayasa Mahkemesi üyelerinin, hiçbir şey olmamış gibi, mesaiye devam etmeleri geliyor. Bazıları da (aralarında, sonradan "şair başkan" olarak ünlenecek Yekta Güngör Özden de vardı), "silah zoruyla" anayasayı ilga edenlere teşekkür ziyaretinde bulunmuşlardı. Neyse, bu bahs-i diğer... Daha önce de yazmıştım; yüksek yargı organı mensupları, açılış ve kuruluş yıldönümü törenlerinde, genellikle "güzel", "etkili" ve "demokratik" konuşmalar yaparlar. Türkiye'de yargının bağımsız olmadığını hatırlatır ve sürekli "hukuk"un altını çizerler. Bu konuşmalar, "Falancadan hukuk dersi" şeklinde başlıklarla gazetelere manşet olur. Biz de alkışlarız.
Ama, "hukuk dersi" veren hiçbir yargı mensubu, altına imza attığı kararla "hukuk"un tesisine yardımcı olmaz. Refah Partisi hakkındaki karar örneğin... Bu karara göre, sadece Refah Partisi kapatılmış olmuyor, adeta bu partiye oy vermiş insanların din anlayışı, tarih görüşü, dünyaya bakışı yargılanıyordu. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi'nin AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili kararını nasıl yorumlayacağımı, neresinden tutacağımı bilemiyorum. Hukukçu olmadığım için, bu konuda söyleyeceğim herşey zaid kaçacak. Bu kararın "tasfiye" amacı taşıdığını iddia edenler de çıkacak. Oysa Anayasa Mahkemesi "tasfiye" organı değildir. Olmamalıdır... LDP Genel Başkanı Besim Tibuk'un da belirttiği gibi, siyasetçi ile ilgili hükmü seçmen vermelidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasî partilere müdahalenin sonuç vermediği bilinci, artık her kesimde yerleşmelidir. Gelgelelim, Fazilet Partisi hakkındaki "gerekçeli karar", ümitlerimi büsbütün kırdı. En azından şunu öğrenmiş olduk: Siyasi partiler, demokratik parlamenter sistemin vazgeçilmez unsurlarından değilmiş. "Demokrasi", "hukuk", "parlamento" diye kendi kendimizi kandırıp duruyormuşuz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |