|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yeni Şafak'a vaki baskın üzerine, çok şey söylendi ve yazıldı. En anlamlısını da Sayın Özkök söyledi: "...Yeni Şafak'taki arkadaşlarla dayanışma içinde olduğumuzu bildirmek istiyorum." El-hak doğrudur. Çünkü, Türkiye, siyaset ve ekonomide olduğu kadar basın ve kültür hayatımızda da Batı'dan yüz yıl geridedir... Onun için "dayanışma!" Lâik'likte 1903-1905'deki Fransa'yı "taklîd" ediyoruz. "Matbuatta" ise, aynı kulvarda koşuyoruz: İster Rusya'daki Çarlık yönetimi, ister Hindistan'daki İngiliz yönetimi... Abdürreşid İbrahim (1857-1944, Rusya Türkleri'nin ilk siyasî temsilcisi -Yusuf Akçura ile beraber- İslamcı gazeteci yazar, seyyah) "hıtıratında" diyor ki: "Duma Meclisi açıldı (1905). Orada Müslümanlar varlıklarını gösterdiler, millî ve dinî varlıklarını korudular." "Fakat, ne yazık ki, Rusya'da istibdat karanlığı tekrar bütün ufukları kuşatınca, müstebit hükümet zimam-ı taassubu (tutuculuk dizginini) ele aldı, medenî ve insanî hakları ayaklar altına aldı. Matbaaları bastılar, kalemleri kestiler, gazetelerin büyük bir kısmı kapandı. Birçok adamlar da darü'r-rahata (hapishaneye) gönderildi." "Şu sıralarda bizim de neşr etmekte olduğumuz Arabî ve Türkî gazetelerimizi kapattılar. Matbaamızı silâhlı kuvvetlerle dağıttılar. Biz de "kendini kurtaran kaptan" düstûruna uyarak, öteden beri tasavvur etmekte olduğumuz seyahatı ihtiyar ederek, Türkistan taraflarına azimet ettik." (Alem-i İslâm, c.1, sh: 8, İstanbul-1328/1912) Abdürreşid İbrahim, Kazan'dan yola çıkıp Sibirya, Moğolistan, Mançurya, Japonya, Kore, Çin, Singapur, Hindistan ve Arabistan'dan sonra, İstanbul'a geliyor. Hindistan'da 184 İngilizce, 162 Urduca, 57 Bengalce.. gazete yayınlandığını ifade ettikten sonra, şöyle diyor "matbuat hürriyeti" konusunda: "Hindistan'da basın hürriyeti herkese, her ne zaman isterse, her ne gibi risale ve mecelle, kitap neşr etmek isterse serbesttir. İstediği adamı yerer, söver, iftira eder, her şeyi yazabilir. Mezhebleri tenkit eder, tel'in eder, büyük peygamberlere dil uzatır, basın kanunu müsaittir. Edebsiz gazeteciler, o çaresiz Raca ve Nüvvabların canlarını alırlar. Onların edebsizliklerini birer birer sayar-dökerler. İngiltere tarafından oraya tayin olunmuş İngiliz memurlar da o gazeteleri kendilerine alet yaparak Nüvvabların yüzüne vurarak, "İşte millet senin zulmünden şikayet ediyor, işte senin idaresizliğin şöyledir, böyledir. Önemli bir mesele ise, bu bahane ile çaresiz Raca'nın memleketinden bir iki köyü doğrudan doğruya İngilizler'e terk ettirmek suretiyle kapatıyorlar." (sh: 131) Durumu böyle izah ettikten sonra, Abdürreşid İbrahim, "Amma gelelim gazeteci efendilere!" diyerek, İslam dünyası için yüz yıl sonrasının tablosunu çizmiş oluyordu: "Bunlar da İngiltere Hükümeti aleyhinde, hatta en adi bir İngiliz neferi aleyhinde bir kelime bile yazamıyacaktır. İngilizler istedikleri hezeyanı yaparlar, istedikleri zülmü ederler, kimsenin bir söz söylemeye ve çok az bir tenkide bile hakkı yoktur. Bu cihete gelince basın hürriyeti değil, söz hürriyeti de yoktur. Hatta mescidlerde vaaz esnasında hükümeti tenkit değil, hikâye yoluyla da hiç bir şey söylenmiyor. Ben Haydarabad'da iken Mekke Camii'nde bir vaazda bulunmuştum. Orada cemaatın büyük bir kısmı Hadramud'lu Arap olduğu için, doğal olarak vaaz Arapça söylenmişti. Mescid'e tayin olunmuş polis, kendi Arapça bilmediği için, benim sözümü kesecek olmuştu. Ben önemsemeyip, vaazıma devam ettim. Daha sonra orada bulunan dinleyicilerden bir kaçını sorgulamışlardı." "Bombay'da da aynı durum vaki oldu. Ulemadan birçok adam camilerde söyledikleri vaazlardan dolayı mahpus olduklarını ve hatta ulemanın meşhurlarından Sıddîk Hasan cenaplarının hapishanelerde vefat ettiğini pek emin kaynaklardan dinledim. Bu muhterem kişiler İslamiyet uğruna kurban olmuşlardır." (c.2, sh: 131-133) Demek ki, fikir ve düşünce için özgürlük isteyenlerin kaderi dün ne ise, bugün de odur!.. Bu durum dünyanın her yerinde aynıdır. O zaman da, Yeni Şafak ve benzeri fikir ve düşünce özgürlüğü üzerine yayın yapan dergi ve gazetelerin fikir işçileri, yazar ve patronları, üzülmesinler! Ta ki, birlik ve hoşgörü içinde, oto kontrol (murakabe) mekanizmasını sansüre davetiye çıkarmadan sürdürüp, birbirimize gereken saygı ve ilgiyi göstermiş olalım. Ve geçmişten de "ibret" alalım!.. Bu feryadlar, sürekli "basın hürdür, sansür edilemez" kuralı etrafında yüz yıldır sürüp geldi! Tıpkı, 1908 Meşrutiyet Meclisi'nde yer alan Hüseyin Cahid'in "basında kavgalar"ı, ölümü olan 1957'ye kadar sürüp gelmesiyle son bulur amma, son sözleri de aynı idi: "Hürriyet, hürriyet! Nerdesin?" Yeni yılda, uyum yasaları ile, demokratik bir ortam özledik, amma bastıran karla beraber, bir de "polis baskını" ile iki olumsuzluk arasında sıkışıp kaldık! Öyle ise, çıkış yolu aramak gerekirse, "basında emekçi ve fikir işçisi dayanışması" kadar çağdaş bir tutum ve hedef olamaz! Bunu sağlarsak, basın önünde, politikacılar kadar, statükocular da boyun büker, hakkı teslim etmiş olurlar! Yoksa bu "gerici tutum"ları ile, nice kar baskınında hazırlıksız yakalanmaktan başka bir "yazgılarına" şahit olamayız!..
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |