T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir mızrak ve çuval hikayesi

Bu bir mızrak ve çuval hikayesidir. Yani mızrağın çuvala sığdırılamadığının hikayesi... "Bankalara para aktarma operasyonu"na halktan ekonomistine kadar hiç kimsenin aklının yatmadığı açık bir gerçek. Aklı yatanlara karşı da "Acaba bir çıkarı mı var?" kuşkusunun bulunduğunu belirtmeliyiz.

-19 bankayı fona aktarıp sahip ve yöneticilerini "hortumcu" diye teşhir edip, kodese tıkan ve hâlâ bir kısmını orada tutan irade, nasıl oluyor da, ortada hiçbir statü değişikliği yokken, bir başka gruba "hayat öpücüğü" sunuyor? Farkları ne?

Bu soru dağ gibi ortada duruyor.

Yapılan izahların hiçbiri tatmin edici değil. Tek gerekçe var: Bankacılık düzeni çökmesin, çökerse sistem çöker.

Bunu, bazı bankaları çökerttikten sonra hatırlıyorsunuz.

Burada hemen, "Acaba kurtarılacak bankalar hangileri?" sorusunun akla gelmemesi mümkün mü?

"Hangileri" sorusunun, operasyonu yürütenlerle ilgisi üzerinde kuşkular, spekülasyonlar yapılması haksız mı?

1992-2000 arasında iç borç operasyonları devletten bankalara 146 milyar dolarlık bir net gelir aktarmış. Ekonomi batmış, devlet borçları, hatta faizleri taşınamaz hale gelmiş, halk bitmiş, buna karşılık bankalar gönenmişler. Hatırlayın o günleri, bankaların yıl sonu bilançoları yüzde yüzlerin çok üzerinde net gelirler ortaya koyuyordu... Ama aradan iki yıl geçmeden hep bir ağızdan batak türküleri söylenmeye başlanıyor. İnanmalı mıyız bunlara?

Ya bunlar da kendi grup şirketleri adına iç boşaltma eyleminde bulunmuşlarsa... 19 banka bu sebeple "hortumcu" muamelesi görmüşken, bunlar hangi faziletleri sebebiyle kurtarılmaya lâyık görülecek?

Bir de işin IMF ayağı var. Bu operasyona garip biçimde IMF de dahil oldu, onay verdi. İşin ilginç yanı, başlangıçta operasyon "IMF talebi" diye sunuldu. Herhalde dış kredilerin patronu olan IMF'nin talebi karşısında boyunların eğik olacağı tahmin edildi. Ancak sonra üslup değişti. "IMF dayatmasıyla bankalar kurtarılıyor" eleştirileri yükselince Derviş, "Bu düzenleme için IMF'yi ikna etmeye uğraştık" açıklamasını yaptı. Acaba hangisi? Kendi kurallarında son derece katı olan ve genel yaklaşımı, "sektörlerin batması pahasına kara delikleri kapama" istikametinde bulunan (Tarım sübvansiyonları neden kalktı? KİT'ler yok pahasına neden özelliştiriliyor?) IMF, birdenbire nasıl tavır değiştirdi de 4 milyar dolar gibi bir dış kredinin bankalara aktarılmasına razı oldu?

Bir bit yeniği kuşkusu?

Acaba fon kullandırılacak bankaların yabancı bankalara sendikasyon kredisi borçları var da ödeyemediler mi? Dolayısıyla şu anda aktarılacak fonla, dış kreditörlerin alacağı mı tahsil edilmiş olacak? Yani IMF, "uluslararası finans kuruluşlarının tahsildarı" misyonunu bir kere daha üstlenmiş, diğer ifadeyle bir biçimde dış borçla dış borç kapatma (ama bu defa özel bankaların borcu) işlemi mi yürütülmüş olmaktadır?

Bilmiyoruz. Çünkü hangi bankalara ve hangi sebeple fon aktarılacağını bilmiyoruz. Bankaların sağlık durumunun bilgisi Merkez Bankası ve BDDK'dadır. Bir yerde bu işin patronu da (bu kuruluşların özerk yapısına rağmen) Derviş'tir. Derviş, Başbakan'ın Washington gezisi öncesinde ve Arjantin örneğinden sonraki dar alanda, Türkiye'nin IMF'ye eli mahkum pozisyonu içinde "güvenmiyorsanız alın" gibisinden bir tür şantajı devreye sürerek işi bitirmiştir. Hiç şüphe etmiyoruz ki, bu operasyon "Derviş'e güven duyularak" ve "ekonomi için olmazsa olmaz" inancı içinde gerçekleşmiş değildir. "Eli mahkum" psikolojisi, hükümetin en azından bir kanadını teslim almıştır. Öteki kanatlarındaki hesapların ne olduğu da zaman içinde ortaya çıkacaktır.

Besbelli ki, yeni düzenlemeyle "bankaların reel sektöre finans sağlayacağı" hususu, başlangıçta hiç dikkate alınmayan, hesaba katılmamış, hangi reel sektörün nasıl destekleneceği fizibilitesi yapılmamış ve zorlama ile işin içine sokulmuş bir makyajlama malzemesinden ibarettir. Bir "sus payı"dır.

İşin gerçek mahiyeti, "korumalı bankalar" ortaya çıktığında anlaşılacaktır. Bunun ardından Türkiye'nin yoğun bir çıngara sahne olacağını tahmin etmek zor değildir. Türkiye'nin önümüzdeki dönemlerinde hep bu "korumalı bankalar" meselesi tartışılacaktır. Banka sahiplerinin siyasal ilişkileri, Türkiye siyasetini zehirleyen bir ura dönüşecektir. Gittikçe fakirleşen, ekmeği küçülen toplum, bu bankalar üzerindeki devlet şemsiyesini sürekli sorgulayacak, dolayısıyla devlet yönetimine ilişkin kuşkular derinleşecektir. Belki Arjantin olmayacak Türkiye, ama devlet binasının oturduğu toplumsal zemindeki fay hatları büyüyecektir.

Ne de olsa toplum, IMF'den alınan krediyi kendisinin ödeyeceğini biliyor. Yani sonunda halkın ödeyeceği paranın akratılması söz konusu bankalara... Derviş, babasının bankasından kredi açmıyor. Halk daha bilinçli ve daha örgütlü olsaydı, belki tüm bu olan biten karşısında yaptırım gücü çok daha etkili yöntemlerle müdahale edecekti hükümet politikalarına... Ama içte yaşanan öfkenin de bir yaptırımı olduğu muhakkak.

Bu yazının sonunda Kur'an'dan bir ayeti hatırlamazsak yazı eksik kalır. Bakara Suresinin 275'inci ayeti şöyle: "Faiz yiyenler (kabirlerinden) şeytan çarpmış gibi kalkarlar..."

Egemen sistem faizi olmazsa olmaz görüyor. Bankacılık sistemi de faizin olmazsa olmazı... Ve sonuç ortada... Faizli kredi kullanan reel sektör banka borçları sebebiyle sapır sapır dökülüyor, onlara borç veren ve astronomik faiz alan bankalar dökülüyor, borçlarının faizini ödemekte zorlanan ülke ekonomisi dökülüyor. Kur'an ayeti üzerinde düşünme zamanı... Şeytan nasıl çarpar faiz yiyeni? Şeytanın çarptığı insanlar kurumlar ne hale gelirler?


12 Ocak 2002
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED