T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ülkemizi yaşanılır kılmak gerekir!

Bugün bir öğretmenin gönderdiği e mail'i aynen yayınlamak istiyorum. Türkiye'de son zamanlarda yaşanılan olayların ne kadar "üzücü ve tehlikeli" olduğunu göstermesi açısından önemli bir e mail bu. E mail öğretmen İlhan Kılıçbay tarafından gönderilmiş.

"Elektronik posta kutusunu kontrol etmeden önce eski öğrencilerimden birinden bir mektup aldım. İnsanı yalnız duygulandıran değil, aynı zamanda isyan ettiren bir mektup.

Mektubuna öğrencim (kendisi su anda yurt dışında doktora yapan pırıl pırıl bir genç) "Lütfen bana yanıt vermek zahmetine katlanmayın. Beni teselli etmeye çalışmayın. Hele hele, akıl vermeyi hiç denemeyin. Ama ne olur beni dinleyin! Beni anlamaya çalışın! İsterseniz bu mektubu buna karar verdikten sonra okuyun. Ya da hiç okumayın" diye başlamıştı.

Bu genç insan, kendilerini hiç ama hiç ilgilendirmediği halde ailesini perişan eden bir olayı anlatıyordu. Kendisinden izin almadığım için ne kendisinin, ne de olayla ilgili kişilerin ismini vermiyorum.

Olay, son zamanlarda yürütülen yolsuzluk soruşturmalarıyla ilgili. Bu gencin amcası, geçtiğimiz yıl söz konusu olaylardan birisiyle ilgili olarak, bir gece göz altına alınıyor. Bir kaç gün sonra televizyon ekranlarında, itile kakıla, savcılığa götürülürken alınan görüntüleri yayınlanıyor.

Bu ve buna benzer görüntüler bir kaç kez daha tekrarlanıyor. İş bununla da kalmıyor. Sırf kardeşi olduğu için, yani aynı soyadını taşıdıkları için babası da polise götürülüyor. Savcılıkta sorgulanıyor. Bunlar da televizyon ekranlarında gösterilmese bile herkesin gözünün önünde oluyor.

Bir kez iş yerinden, bir kez de evinden alınıp götürülüyor. Sonunda amcasının tutukluluğuna gerek görülmüyor ve tahliye ediliyor. Babasının hakkındaysa soruşturma açılmaya bile gerek duyulmuyor.

Babası bir süre işe gitmiyor. Ama işe yeniden başladığı gün, bir meslektaşı elinde bir gazete ile yanına geliyor. Gazetede bir haber ve bir köşe yazısı: "Suçlular tek tek bırakılıyorlar." "Dosyalar hasır altı ediliyor." v.s. Adamcağız emekliliğini istemeye o gün karar veriyor. Kardeşi artık okula gitmek istemediğini söylüyor.

Öğrencim mektubunda ayni şeylerin diğer akrabaları için de geçerli olduğunu belirtiyor. Yakınlarda babası ciddi bir kalp rahatsızlığı geçiriyor. Kardeşinin içine kapandığını ve tek istediğinin Türkiye'yi terk etmek olduğunu, annesinin ise artık hiç bir komşusuyla ilişkisinin kalmadığını anlatıyor.

Bir buçuk ay önce Türkiye'de olduğunu belirtiyor ve "Bir şeylerin, hem de farkında olmadığım bir şeylerin yüreğimi sıkıştırdığını, boğulduğumu hissettim. Geride hasta babamı, çaresiz ailemi bırakmış olmama karşın su an kendimi daha iyi hissediyorum. Buralarda kalmaya çalışacağım" diyor.

Ben bir öğretmenim. Öğrencimin istediğini yapmadım. Yapamadım. Bana o mektubu yazarken çok acı çektiğini hissettim. Yazdığı her sözcük kurduğu her cümle sanki ağlıyor, bir şeylere isyan ediyordu.

Size su satırları yazmaya başlamadan önce aradım. Ne söyleyeceğimi hiç düşünmeden. Onun hiç bir şey söylemesine gerek bırakmadan yalnızca "Seni anlıyorum" dedim ve sessizce telefonu kapattım.

Ben bu gencin ne ailesini ne de amcasını tanıyorum. O benim yalnızca bir öğrencim.

Hem de ülkesini ilk çocukluk aşkı gibi, saf, tertemiz, dokunulmaz duygularla seven pırıl pırıl bir genç. O duyguları belki de birlikte besleyip büyüttüğümüz için biliyorum. Bir ülkede, insanların kişilik haklarına, özel yaşamlarına ve onurlarına karşı nasıl böylesine hoyratça davranılır? Anlamıyor, anlayamıyorum.

Birileri yolsuzluk yapmışlarsa, bunun hesabı mutlaka sorulmalı, sorumlu olanlar bunun cezasını elbette çekmelidirler. Bu, zaten herkesin kabul etmesi gereken, çok doğal bir şey olarak kabul edilmelidir. Ama yalnızca bir takım şüphelere dayanarak, ya da kendi kuruntularımızı gerçek kabul ederek, insanları nasıl suçlu ilan eder televizyon ekranlarında gazete köşelerinde nasıl teşhir ederiz?

Hayatta herkesin hukuka gereksinim duyacağı zamanlar olabilir. Belki de, hukuktan herkesten çok (!) anladıklarını sandıklar için, onu pek önemsemeyenler de gün gelir ona gereksinme duyabilirler. Ama bu gün en çok, namussuzlukla, yolsuzluk yapmakla, cinayet islemekle, ırza geçmekle (sayın sayabildiğiniz kadar) suçlananların, öyle olmadıklarını, suçsuz olduklarını kanıtlayabilmek için hukuka ihtiyaçları vardır.

Daha savcılıkta bile ifadesini alınmadan, mahkemeye çıkarılmadan, suçlu oldukları tartışma götürmeyecek bir biçimde kanıtlanıp karar verilmeden, insanların elinden böyle kutsal bir hakkı nasıl alabiliriz? Nasıl onları namussuz, katil, sahtekar, ırz düşmanı ilan edebiliriz?

Bu bir çeşit insanlardan intikam almak olmaz mı? Hukuk intikam almak için kullanılır mı?

Avrupa Birliği'ne aday olmak için yola çıkan bir ülkede böyle bir şey nasıl olabilir?"

Evet!... Nasıl olabilir?


12 Ocak 2002
Cumartesi
 
CAN AKSIN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED