T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ağlama Duvarı'nın önünde ağlamak

Adamın biri Ağlama Duvarı'nın önünden ne zaman geçse, ihtiyar bir yahudiyi hep orada yaşlı gözlerle dua edip sallanırken görüyormuş. Fıkra bu ya, birgün dayanamayıp sormuş:

- Afedersiniz ama, siz sabah akşam burada ne yapıyorsunuz?

- Ne yapayım evladım? Görüyorsun işte dua ediyorum! Ben yıllardır dualarımı hiç aksatmam!

- Her gün dua etmenizi anlayabiliyorum ama sizin günde üç vakit de dua edecek ne derdiniz var? Sözgelimi sabahları ne diye dua ediyorsunuz?

- Sabah dualarımda bütün İsrailoğullarına mutluluklar ve esenlikler niyaz ediyorum.

- Peki ya öğlenleri?!

- Öğlenleri de yahudi olsun olmasın bütün komşularımıza mutluluklar ve esenlikler diliyorum.

- Peki ya akşam duaları?

- Akşamları da bu sefer bütün insanlık âlemi için mutluluklar ve esenlikler diliyorum.

- Bari dualarınız kabul oluyor mu?

Meraklı muhatabının bu suâli üzerine, ihtiyar yahudi acı acı içini çekmiş ve keyifsiz bir yüzle başını iki yana sallayarak şöyle demiş:

- "Aah evladım, nerede gezer? Ben sanki bütün bunları duvara söylüyorum!"

Bu fıkranın, "Ağlama Duvarı" ile "sanki duvara söylemek" arasındaki o ince nüktedân çağrışımdan ötürü tam bir telif mahsûlü olduğu inancındayım. (Tahminimde yanılıyorsam, diğer dillerdeki versiyonlarını da bilmek isterim doğrusu.)

"Duvara söylemek" tabiri, dilimizde; söylenen, işaretlenen, gösterilen şeyin, evvelemirde karşı tarafta bir mukabele görmemesini, daha doğrusu sessizlikle karşılanmasını anlatır. Bu da söylenenin (lafzın) ve tabiatıyla söylenmek istenenin (maksadın) ya anlaşılmadığını, anlaşıldıysa bile (!) karşı tarafta bir aksülamele yol açmamış olduğunu gösterir. Esasen aksülamelin vârid olmaması her halukârda maksadın idrak edilemediğine delâlet eder; zira idrak'ın muhtelif dereceleri bulunur. Sözgelimi sigara içen birine, kendisine zararlı olduğu gerekçesiyle sigara içmemesi söylendiği halde sigara içmeye devam ediyorsa bunun iki nedeni vardır: a) ya "söyleneni" b) ya da "söylenmek isteneni" anlamamıştır. Şayet muhatab, "söylenen"i anlamış olmasına rağmen sigara içmeye devam ediyorsa, bu sefer "söylenmek isteneni" anlamamış demektir ki bu takdirde de "idraksizlik" (anlamamazlık) ile nitelenebilir. Çünkü gerçekten maksadı idrak etseydi, sigara içmeye devam etmemesi gerekirdi.

İlim geleneğimizde, algılamanın ilk düzeyi için "idrak", ikinci düzeyi için "i'zan'la beraber idrak" veyahut "idrak'ul-idrak" terimleri kullanılır. Nitekim anlayışsız bir kimse için hâlâ günümüzde bile "idraksiz", "i'zansız" denmesi de işbu sebebe mebnidir. Dolayısıyla "anlamamazlık" gibi "anlamazlıktan gelme"nin de idraksizliğin bir türü olduğunda kuşku yoktur. Bu terimlerin sadece Psikoloji sahasında değil, Ahlâk İlmi'nde de kullanılıyor olmasının en önemli göstergelerinden biri de lisanımızda, ahlâksız bir kimseye hitaben "Ne kadar idraksizsin, ne kadar iz'ansızsın" deniliyor olmasıdır. Çünkü söz anlaşıldığı halde, sözün gereğinin yapılmaması meseleyi artık mücerred "bilgi" meselesi halinden çıkarır, onu "insan davranışlarını" (ahlâk'ı) ilgilendirir bir keyfiyete büründürür.

İster "anlayışı kıt", isterse "ahlâkı düşük" anlamında olsun, iz'ansız bir insana söz anlatılamaz. Çünkü tabirin ilk anlamıyla "zihnî", ikincil anlamıyla "ahlâkî" bir mânî sözkonusudur. Fakat her iki halde de sözün sahibi, kendisini -Türkçemizin o nefis deyişiyle- "duvara söyler" bir durumda hisseder; nefs-i nâtıkadan mahrûm câmidattan bir nesne karşısında imişcesine boşa konuşmuş, kendini boş yere yormuş olur.

Burada başka bir deyişe daha atıf yapmadığımız takdirde, "duvar" metaforu ziyan olacak ve dolayısıyla maksad da hâsıl olmayacaktır! O deyiş şu: "Bu kadar sözü duvara söylesem duvar dahî anlardı." (Fakat sen bu kadar söylediğim halde yine de birşey anlamadın!) Demek oluyor ki kemâliyle söylendiği takdirde duvarların dahî anlayacağı sözler vardır; tıpkı duvarların anladığı ama bazılarının anlamadığı/anlayamayacağı sözler olduğu gibi...

Buna rağmen insanların bir kısmı duvarlara konuşmak yerine, "duvarların üzerine" yazı yazmayı tercih ederler. Nitekim benim "duvarların üzerine" yazı yazmayı terkedeşimden bu yana 20 yılı aşkın bir zaman geçmiş... Halbuki "duvarların üzerine" yazı yazmak, "duvarlara dâir" yazılar yazmaktan daha sevimliydi.


12 Ocak 2002
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED