|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hepimiz artık bazı konuları öğrendik.. Örneğin "siyaset" adı verilen olgu, iki boyutludur.. Birinci boyut, "içe dönük siyaset"tir.. İçe dönük siyaseti, hepimiz yaparız.. Aynı düşünceyi paylaştığımız, aynı konumdaki Türkiyeli insanların özlemlerini, öfkelerini dile getiririz.. Ankara'da, yani "tepe"deki içe dönük siyaset, "çevre"dekine oranla, daha sert geçer.. Çünkü Ankara'da, "koltuk ve pasta paylaşımı" kavgası da vardır. Bu tepedeki siyasetin tarafları, birbirlerini yok etmeye, karşı taraftan olanları susturmaya da çalışırlar. Kavgaya, "Derin Devlet" ve "Resmi İdeoloji" de karıştırılır. Aynı kanunlar, değişik dönemlerde farklı yorumlanır, farklı uygulanır. "Muhalif" olanlara, zaman zaman "Rejim Düşmanı" falan da denilir. Bazan sosyalistler, bazan milliyetçiler, bazan İslamcılar, bazan bütün görüşler rejim dışı ilan edilir. Kimi "köylü efendimizdir" der, kimi "kentli patrondur" diye slogan atar... Kafası berraklaşmamış olanlar da, "köy-kent"i, uzlaştırıcı çözüm gibi sunar... Neyse... Bunlar "içe dönük siyaset"in yansımalarıdır. İçe dönük siyaset, bunun eziyetlerini çeken "yerel halklar" için önemlidir. Zimbabwe'de Mugabe de, yasaklanan muhalefete eziyet eder neticede. Daha ötesi, Taliban Afganistan'ında, radikal olmayan inanmışlar da eziyet çeker. Ama asıl siyaset, "dünyaya dönük siyaset"tir. Dünyaya dönük siyasette, ülkeler iki farklı ligde yer alırlar. 2'nci Lig'de oynayan ülkelerin kaderi, 1'inci Lig'deki ülkeler tarafından belirlenir. Siz "İçe dönük siyaset" yaparken, hem kendi halkınızın, hem bölgenin, hem de dünyanın yönünü belirlediğiniz gibi bir hava basarsınız... Oysa, dışarıda bir yerde, haritalar, rejimler, ekonomik ve idari modeller değiştirilir, yeniden dizayn edilir. İçe dönük siyasette başarılı ve kalıcı olmak için, "Dış konjonktür" denilen gerçekle çok ters düşmemek gerekir. Ama bu da yetmez... İçeride de, nefesi tutup, bir maratona koşabilmek şarttır. Çünkü içe dönük siyasetin oyuncuları, gaddardır... Çünkü içe dönük siyasette, çıkarlar kısa vadelidir... Pasta paylaşımı, acil bir meseledir. Bu içe dönük siyasette, yerel taraflar birbirlerini tepeler, yasaklar, tutuklar ve hatta öldürürken, dış konjonktür buna uzaktan bakar... Çünkü dünyaya dönük siyasette, "insanlar" yoktur... Coğrafyalar, demografiler, stratejiler vardır... İçe dönük siyasette "zaman", neticede "iki seçim arası" veya "iki askeri darbe arası"dır... Dünyaya dönük siyasette ise "zaman", bazan "çağ"dır, bazan "100 yıl"dır, bazan da "iki savaş arası"dır... Türkiye şu anda siyasetin iki boyutunun içiçe geçtiği bir dönemi yaşıyor. 11 Eylül sonrası oluşan "Dış Konjonktür", neticede "İçe dönük siyaset"i de derinine etkiledi... Ecevitli, Yılmazlı, Bahçelili, koalisyonu, iç dinamikler değil, dış konjonktür ayakta tutuyor... Kanunlar, iç talebe değil, dış talimatlara göre çıkartılıyor... Ve Ecevit Washington'a, "Pax Americana"nın bir yerel idarecisi olarak gidiyor... ŞAKA
Hoş geldin!..
Aramıza hoş geldin Ali Bayramoğlu!.. "Yazılabilen" konuların, "yazılamayanlar"dan daha çok olduğu bir medyadasın... Bu ortamda, "bütün fanatikler" sana kızabilir.. Sakın sen de onlara kızmaya kalkma... Neticede onlar da, birer kader kurbanı!.. GLOBAL GERÇEKLER
"İktidar"ı fazla abartmayın!..
Eğer kendiniz kendinizi düzeltmeye, yenilemeye ehil değilseniz, bunu "dışarıdan" yapıyorlar. Bakın Japonya'ya.. Baktılar ki, "Japon modeli" bölgesine ve dünyaya, şiddetten ve savaştan başka birşey getirmiyor.. Japonya'ya iki tane atom bombası attılar... General MacArthur, gidip Tokyo'ya oturdu... Yeni anayasa yaptırdı, yeni partiler kurdurdu... Bakın Afganistan'a... İki ay öncesine kadar bağımsız ve egemen Afganistan'ın meşru yönetimi Taliban'dı... Ne yaptılar Afganistan'a? Bonn'da hükûmet kurdurdular... Sonra bombalarla Taliban'ı devirip, Karazi'yi iktidara getirdiler... Bu işler böyle... Yani "içeride" ölçüyü kaçırıp, "ulusal egemenlik" gerekçesi ile konumunuzu fazla abartırsanız, sonunda Miloşeviç, Molla Ömer, Saddam, Çavuşesku, Jivkof falan gibi olabilirsiniz... Yani bu çağda, ille de Hitler veya Mussolini olmak gerekmiyor... Globalleşme, yerel güçlerin her attığı adımı değerlendiriyor... Bütün bunları ABD eski Başkanı Clinton, TBMM'de yaptığı 15 Aralık 1999 konuşmasında da söylemişti... Öyle değil mi?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |