T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Şehir ölüsü...

Ecyad Kalesi krizinin siyasî yönüyle şimdilik ilgili değilim. Anlaşılan, işin içinde, Mekke ve Medine'nin statüsünü etkileyecek/değiştirecek birtakım "derin hesaplar" gizli ve bu da muhtemelen resmî tercihlerden kaynaklanıyor.

Rivayet...

Beni ilgilendiren, hatta şaşırtan, birdenbire zuhur eden tarih ve ecdat sevgimiz.

Ecyad Kalesi'ne sahip çıkmayı akledebildik, iyi hoş da, üç ayrı kültürün kesişme noktasında bulunan İstanbul'un elden çıkmasına, üstelik tedricen yokedilmesine neden aynı hassasiyeti göstermedik, göstermiyoruz?

Örneğin, Zeyrek ve Vefa son 25 yılda yok edildi. Süleymaniye diye bir semt yok.

Sultanahmet ve Cankurtaran sizlere ömür.

Beyazıt, Çemberlitaş, Divanyolu ha keza...

Fatih sonunda orta halli bir taşra kasabasına dönüştü.

Pera, eh...

Bedrettin Dalan'ın buldozerlerinden kurtardıklarıyla ayakta.

Bunlara ilaveten sakil yollar, bozuk kaldırımlar, çirkin apartmanlar...

Arda Uskan'ın televizyon programında izlemiştim.

Geçmiş gün...

İstanbul'da, "tarihî eser" statüsünde, tam 1.600 (yazıyla binaltıyüz) cami ve medrese kayıpmış.

Yerine otel, işhanı, sinema, kıraathane filan yapmışlar.

Haberi derleştiren muhabir, "kafa sesi"nden, "İstanbul işgal altında kalsaydı bu kadar tahrip edilemezdi" diyordu.

Yanlış mıdır?

Ünlü refikimiz de (Haluk Şahin), tam o tarihlerde, başka bir "cinayet"i haber veriyordu.

Bosna savaşı sırasında Saraybosna ve civarını dolaşmış, "izlenimlerini" aktarıyor.

Hırvatlar tarihi Mostar Köprüsü'nü henüz havaya uçurmuşlar...

Sırplar da Mimar Sinan ve Davut Ağa'dan kalma ne kadar köprü, cami, medrese varsa yıkıp yok ediyor...

"Barbarlar" diye isyan ediyordu, "Geçmişi yok ederek nasıl bir gelecek kuracağınızı umuyorsunuz?"

Bilmem, bu duygu dozu yüksek cümleyi sarfetmek için ta Bosna'lara kadar gitmeye var mıydı?

Ben de bir vakitler, kırmızı ve yeşil yağlı boyayla numaralandırılıp kaldırım diplerine atılmış beyaz kesme taşlara takmıştım.

Laleli ve Beyazıt'ta bunlardan bol miktar vardı.

Karaköy civarında da rastlamıştım.

Muhtemelen sizin de gözünüze ilişmiştir.

Hani, Beyazıt'ta, adres sorduğunuz vatandaş, "numaralı taşları geç, süpürgecilerden sola dön" diye işmar eder ya, oralarda bir yerlerde kalıntıları duruyor olmalı.

O taşlardan İstanbul'un muhtelif semtlerinde binlerce, onbinlerce adet bulunduğunu biliyor muydunuz?

Peki, o taşların yıkılan bir külliyeye ait olduğunu, o külliyenin de muhtemelen Sinan'ın elinden çıktığını?

Bilmiyordunuz...

Ben de bilmiyordum.

Ama biz tarihi, geçmişi, yaşadığımız şehri yok ederek kendimize bir "gelecek" kurmayı başardık.

İstanbul, İstanbul değil; Bombay ve Yeni Delhi olma yolunda hızla ilerleyen bir "şehir ölüsü" artık.


12 Ocak 2002
Cumartesi
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED