|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Mekke-i Mükerreme'deki "el-Ecyad Kalesi" yıkıldı diye feryat koparanlara şaşıyorum! Çünkü, Orta-Doğu'da ve özellikle de Hicaz bölgesi'nde, daha nice, ilim yuvası, medrese, cami ve kütüphane yıkıldı ve yıktırıldı, kimsenin kılı kıpırdamadı. O zaman da, Suudî Arabistan hükümeti (krallığı) sizi ciddiye almaz ve "bizim tarihimiz/miladımız 1339 (1923)'dan beri devam ediyor" der ve geçmişinizi red ederseniz, karaya vurmuş olursunuz! Napolyon'u durduran Cezzar Ahmet Paşa'nın dimdik ayakta kaldığı Akka Kalesi'nden haberi olan var mı? Taif Dağları üzerinde kurulan ve Mekke-i Mükerreme'nin savunmasında çok önemli rol üstlenen Taif Kalesi'nden haberi olan var mı? Cidde sahilleri'nin korunmasında üs görevi üstelenen Ziyad Kalesi ve ötekileri bir yana, "Medine-i Münevvere"nin müdafaasında, son tarihî rolü üstlenen Fahreddin Paşa'nın, can siperane savunduğu mukaddes toprakları teslim ederken, İngilizler'le işbirliği yapıp, Hicaz'ın hakimi olmayı amaçlayan Vehhabiler'e teslim edilen 30 bin silâh, 80 bin topçu mermisi, 74 top, 75 makineli tüfek ne oldu ve onları kullanan "Anadolu çocuğu" askerlerin akibetinden sual olundu mu? Sadece Sultan Hamid'in 250 bin altın verip, Haydarpaşa'dan kalkan bir trene binen bir hacı adayının, Konya, Adana, Şam, Kudüs ve Medine-i Münevvere'ye varan güzergahtaki cami, köprü, kervansaray ve askerî garnizonların bina ve müştemilâtının akibetinden bir haberi olan var mı? Daha neler de neler!.. Sadece, Medine Müdafaası (Hicaz bizden nasıl ayrıldı?) üzerinde durulsa, ne acı gerçekler yüzümüzü kızartır, bir bilseniz!.. Ben size, bu işin, yüz yıl öncesine ait bir "vesika"dan bir nebze bahs edeyim: Geçen akşamların birinde, nerede ise, sabah namazına kadar ayakta kalacaktım, çünkü bundan 25-30 sene önce, "sicillat"tan derlediğim bir sürü "fotokopi belge"leri araştırdım. Bir türlü bulamayıp, umudumu kesermiş bir halde iken, Kasımpaşa Mahkemesi'nde (119 numaralı sicil defterinde, varak 182'de) bir kadı hükmü, bize, bu kutsal beldeleri sekiz yıl boyunca (III. Selim'den başlayıp II. Mahmut'la devam eden/1803-1813) Vehhabî isyanı'nın nasıl bastırılıp, nasıl bir taribatla yüzyüze devletin geldiğini göstermektedir. "Tavaif-i A'rabtan Vehhabiye tesmiye olunur taife"nin neler yaptıkları, belgede uzun uzun tadat edilir ve bu hususta, camilerde, özellikle, İstanbul'daki "selatin camileri"nde, bu topluluğun ehl-i sünnet hususundaki "sapık efkarı"na dikkat çekiliyordu. Öyle ki, bu "Vehhabî Taifesi", hac yollarını kesiyor, haccı engelliyor, "Kur'an ayetlerine kendi kafalarına göre manalar verip" cahil halkın kafalarını bulandırıyor, ehl-i sünnet ve'l-cemaati "tekfîr"den ötürü, haklarında verilen fetva üzere, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın oğlu Tosun Paşa gönderilip, kara ve deniz malzemesi ile takviye edilip, bu "bağî-asî güçler"den Hicaz Bölgesi "tathir" edilmiş olduğu, mevcut belgeden anlaşılmış oluyordu! Böylece, Hicaz bölgesinde, haccı engelleyen ve hacca gidenleri soyup, mallarına el koyan "asiler"den eser kalmamış oluyordu! Şimdi ise birileri, "hacca gitmeyelim, boykot'a gidelim" diyorlar! Halbuki yapılacak olan, Hicaz demiryolunu açıp, Balkanlar ile Kafkaslar'dan, Kırım'dan gelen hacı adaylarını, Haydarpaşa'dan trene bindirip, Anadolu'dan Suriye, Bağdat, Basra, Filistin ve Hicaz'a doğru "trenle hacı olma" şerefini kazanmak gibi bir "yol emniyeti" ile, "eski" Sürre Alayları ile, yeni bir hac heyecanını canlandırmak gerekiyor! Ne acıdır ki, biz böyle düşünmemiş, "Kabe Arabın olsun, Çankaya bize yeter" dediğimizden, uğradığımız büyük bir değişimle kimliğimizi de kaybetmiş bir durumdayız. Bunun bir başka örneği de, Buhara Cumhuriyeti'nin (1922-1923) yıllarında bayrağının uğradığı değişikliği ve Cumhurbaşkanı Osman Hoca'nın (Buhara 1878-İstanbul 1968) başına gelenlere dikkat çekelim: Buhara bayragındaki hilâl ve yıldızın ortasına bir yıl içinde "orak-çekiç" yerleştiriliyor, İslamî yazının yerine "Kiril alfabesi"nin harfleri kazılıyor, ki bir yıl içinde Türkistan'daki "yenilik hareketleri" Sovyet Leninistleri tarafından yerle bir ediliyor: (Bakz: Türkistan'da Yenilik Hareketleri ve ihtilaller: 1900-1924, hazırlayan Prof. Dr. Osman Kocaoğlu, sh: 488, Sota-Harlem 2001, isteme: Simurg: 0212 292 27 12) Bırakın, Müslümanca bir hayatı özleyip, yaşamanın şartlarını hazırlama yönündeki mücadeleleri destekleme eylemlerini bekleme, bir kültür mirası olarak, bin dört yüz yıllık İslam tarihinde, Müslümanlar'ın meskün olup, hayat sürdüğü topraklardaki tarihî ve kültürel eserlerden ortada ne kaldı ve bizler hangisi ile avunup kimliğimizi korumuş ve kazanmış olacağımızın bir envanterini tutmuş değiliz! Böyle bir miskinlik içinde, "terk ettiğimiz eski yerlerin" ne halde olduğunu sorup-soruşturmamazdan önce, Anadolu'daki saray, kervansaray, kale ve bazilika, ayazma, sinagog kadar cami ve mescidlerimizden ayakta kalanların gölgesinde ibadet edip, kartpostal satabileceğimiz kaç dinî yapı kaldı, onu düşünüp cevabını vermeliyiz!..
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |