|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Geçen hafta yaşanan gelişmeler ülkenin yakıcı sorunlarını bir çırpıda gözler önüne serdi. Gazete baskınının resmettiği "hukuksuzluk", banka operasyonlarının işaret ettiği "keyfilik", SAREM'in ortaya koyduğu "militerleşme", Tayyip Erdoğan için verilen kararın vurguladığı "siyasete müdahale ya da siyasetsizlik" yırtık bohçadan saçılan mallar misali tekrar ortalığa döküldü. Bu dört sorundan özellikle ikisi, "siyasetsizlik ve militerleşme" hem birbirlerini beslemeleri ve çıkmazları büyütmelerinden ötürü; hem ortadan kaldırılmaları halinde yerlerini siyasi katılım ve hukuk devletine bırakacak olmaları itibariyle diğerlerinden daha önde duruyorlar. SAREM'i yarına bırakıp, önce "siyasetsizlik" meselesine değinelim… Anayasa Mahkemesi, 2001 Temmuz'unda Güzel'in ve dolayısıyla Erdoğan'ın siyasi yasağının kalmasına karar verdiğinde bunun Türk siyaseti için hayati bir önem taşıdığını düşünmüştüm. Düşüncem elbet Erdoğancı bir tavırdan kaynaklanmıyordu. Mesele toplumun talepleriyle siyasi kararlar arasında bağ kuran, bu çerçevede değişimin, katılımın, toplumsal uzlaşma ve meşruiyetin ana kaynağı olan siyasetin, kendi araçlarıyla tabiileşmesiydi. Siyasetin dış müdahaleler ve otoriterleşmeyle hemen her düzeyde iyice boğulduğu bir dönemden geçiyorduk. Keyfi ve cebri uygulamalar gölgesinde kısırlaşarak yenilik ve yenileşme üretemeyen Türk siyaseti için Erdoğan'ın yasağının kalkması sembolik anlamda "siyasete geri dönüş" mesajı veriyordu. Ama olmadı; siyasete dönüş gerçekleşmedi. İvme ters yönde hızlandı. Bu gelişmede Erdoğan meselesi önemli bir yer tutar. Zira onun öyküsü bir anlamda siyasi daralmanın da öyküsüdür. Niteliği, kapasitesi, siyasi yetenekleri ne olursa olsun, beğenilse de beğenilmese de son yirmi yılda Türk siyasetinin ürettiği ender "sahici bir lider" tiplerinden birisi olan Erdoğan sembolik olarak "siyasetin varlığı"nı temsil ettiği oranda, onun maruz kaldığı uygulamalar da "siyasetsizlik siyaseti"nin niyetini, çapını göstermiştir. Bugün Erdoğan yeniden yasaklı duruma düştü. Bu, elbet bitmiş süreç değil. Erdoğan'ın uyum yasaları paketinde bulunan 312. Madde'nin değişmesi halinde bir iade-i muhakeme şansı var, o da olmazsa üç yıl sonunda memnu hakların iadesi kapısı var. Ancak asıl önemli olan; "bir şiirle başlayan traji-komik nitelikli bu kaba siyasi öykü"nün vardığı noktadır. Türkiye sorunlu bir dönemden geçiyor. "Toplumun merkezi ile çevresi arasındaki mesafenin azalması"ndan kaynaklanan, "çevrenin merkeze ilerlemesi"nden doğan ve "yeni bir toplumsal merkezin doğum sancısı"dan ileri gelen bir çatışmaya, bir modernlik krizine sahne oldu ve olmayı sürdürüyor. Yasaklarla, dış müdahalerle, keyfilikle bu köklü toplumsal krizin geçiştirileceğini sananlar bile, bugün bu tür bir geçiştirmenin sonucunun topyekûn bir otoriterleşme ve tıkanma olduğunun farkına varmaya başladılar. Tayip Erdoğan örneğinde olduğu gibi her yasak, her cebri uygulama, hem merkez ile çevre arasındaki mevcut çatışmayı siyasi ittifaklar yelpazesini altüst edecek oranda derinleştiriyor, hem siyasi alanı tüm parti ve kesimler için daraltıyor, hem de hukuku ve diğer hakemlik kurumlarının içini boşaltıyor. Ne var ki, işin asıl mimarları gemi azıya almış haldeler... Ama ahmaklığın da bir sınırı vardır. Siyaseti doğru yapmak, toplumsal yapıyı doğru okumayı gerektirir. İlk görülmesi gereken AK parti ve Tayyip Erdoğan'ın, sadece siyasi değil, aynı zamanda toplumsal özellikler taşıdığı, sosyolojik bir kırılmanın sonucu olduğu gerçeğidir. İkinci görülmesi gereken husus, bu kırılmanın "millet ve devlet merkezli çoğunlukcu bir yerel politika" ile "toplum ve hukuk merkezli çoğulcu bir yerel politika" arasındaki ayrışmaya işaret etmesidir. Çoğulcu yerelliği temsil eden Erdoğan ve partisi, İslami duyarlılığı yüksek kesimlerde "modernliği" talep eden bir kesimin ortaya çıkmasının, bunun İslami hareket içinde bir farklılaşma sürecine işaret etmesinin, bu sürecin ifade ettiği sisteme eklenme arzusunun bir ürünüdür. Yine görmek gerekir ki, bu koşullarla bu hareket TBMM'deki varlığıyla bile ağır modernite krizinin, yani merkez-çevre çatışmasının önemli dindiricilerinden birisi olabilir. Evet, kimse bindiği dalı kesmesin, "insansız siyaset, siyasetsiz strateji mümkündür sanısı"na kapılmasın… İç ve dışta etkili varoluşun yolu her zaman iç dinamiklerden ve siyasetten geçmiştir, yine öyle olacaktır…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |