|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu ülkede gönül rahatlığı içinde bir Pazar yazısı da yazamayacak mıyız Allah aşkına!.. Bütün bir haftanın stresiyle pazarı iple çeken insanları daha duygusal bir dünyada dolaştırmayı, şiirin ve müziğin "evrensel baharı"yla buluşturmayı istedim hep. Bu yüzden de, genellikle Pazar yazılarımda yaşadığımız dünyanın sıkıntılarından ve politikanın "sisli sokakları"ndan bilerek ve isteyerek kaçmaya çalıştım. Ama gelin görün ki, bu ülkede yaşanan abukluklar bir türlü yakamızı bırakmıyor. Öyle şeyler oluyor ki artık dayanamıyorum, çıldırmak üzereyim... Lütfen birileri bize izah etsin, bu ülkede insanca yaşamak için ne yapmamız gerekiyor? Her gün kahrolmaktan ve çıldırmaktan başka bir şey gelmeyecek mi elimizden? Adaletin terazisinden emin olmadan nasıl yaşayacağız bu ülkede?.. Güvenliğimizi sağlamakla görevli kurumlar güvenliğimize tecavüz ederse, güvenliğimizden nasıl emin olacağız?.. Bu topraklarda yaşayan ve bu ülkeyi seven hiç kimse, bu toplumu ve ülkeyi yoketmeye yönelik hiçbir "bölücü" harekete rıza gösteremez. Bu konudaki bütün hukuki yaptırımlara da kimsenin bir itirazı olamaz. Ancak bütün bunlar, hukuk devleti içinde kalarak ve demokratik kurallar içinde yapılırsa bir anlam ifade eder. Aksi taktirde, hayatımıza demokratik kurallar değil, diktatörlük kuralları hakim olur. İşte son dönemde Türkiye'de yaşadığımız trajik sürecin temelinde bu "keyfilik" anlayışı yatıyor. Hukuk hortumculardan da, soygunculardan da hesap sorsun, eyvallah... Ama bunu yaparken insanların onurlarıyla oynanmasın, kişilik hakları çiğnenmesin. "İrtica ile mücadele" sloganıyla başlayan kampanya, sokaklarda "dindar avı"na dönüşmesin... Bakın daha geçen hafta, polis hiçbir yasal izni olmadan, sırf "taciz" amacıyla Yeni Şafak gazetesine baskın düzenledi. Ne oldu peki, hukuku çiğneyenlerden kim hesap sordu? Hiç kimse... Oysa demokratik bir ülkede, bu tür yasa dışı baskınlar düzenleyen görevliler bir gün değil, bir saat bile görevde kalamaz, ama Türkiye'de kalır... Ancak bilinmeli ki, gün gelir bu tür hukuk dışı baskın emrini verenlere de "hukuk" lazım olabilir. Şimdi sıkı durun ve de kafayı yemeyin... İyi güzel de, Anayasa Mahkemesi'nin Tayyip Erdoğan'la ilgili verdiği kararı duyunca saçımızı başımızı yolmayıp da ne yapalım Allah aşkına... Tayyip Erdoğan partisinin genel başkanı olabilecek, ama milletvekili ve başbakan olamayacak. Siyaset serbest ama milletvekili olmamak kaydıyla... Yani elma dersem çık, armut dersem çıkma... Sizin anlayacağınız, Tayyip Erdoğan'ın geleceği "zar atma" usulüyle belirlenecek. a) Tayyip Erdoğan Meclis'e ve bakanlıklara 500 metre uzaklıkta dolaşabilir, sınırı aşarsa siyaset yapma hakkını kaybeder. b) Seçimi kazanmamak kaydıyla siyaset yapabilir. c) Bir yanlışlık olup partisi seçimi kazansa bile Erdoğan'a başbakanlık verilmez. Böyle bir komedi olur mu Allah aşkına... Menderes ve Özal'dan sonra halkın sevgisine böylesine mazhar olmuş bir siyasetçinin önünü kesmek için hukuku bu kadar zorlamanın bu ülkeye ne yararı olur Allah aşkına?.. Mahkemenin verdiği kararı anlayabilmek için neredeyse hukukun labirentlerinde kaybolmak üzereyiz. Şiir okumanın, düşünce beyan etmenin bedeli bu kadar ağır mı olur bir ülkede? Yıllardır adeta karabasan haline dönüşen yasaklarla sonsuza dek yaşamak zorunda mıyız Allah aşkına... Bir ülkenin, kendi insanına "Kunta-Kinte" muamelesi yapması reva mıdır? Bırakın da adaletin terazisinden emin olalım...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |