T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Kemal Derviş'in YERLİLİĞİ

Kemal Derviş, canavar bankaları kurtarma operasyonunu savunurken, programlarının "yerli" bir program olduğunu özellikle vurgulamaya çalıştı. Bu cümledeki "canavar" sıfatını gelişigüzel kullanmadım. Kurt, ufak tefek ama canavar bir yaratıktır. Yiyebileceği et olsa olsa bir koyun butu olduğu halde, sürüye dalarak belki yüz koyunu boğazlar; içlerinden birinin bir parçasını koparıp uzaklaşır.

Üretimden kopan bir sermaye sınıfına banka sistemi üzerinden son on yılda en az 100 milyar dolarlık "fazla faiz" aktarıldığı ve özellikle büyük bankaların bu aktarımdan ziyadesiyle yararlandıkları aşikâr olduğu halde, şu anda birkaç milyar dolarlık destek bulamamaları durumunda piyasadan silinecekleri de en az o kadar aşikârdır.

Bankalar desteklenmedikleri takdirde bundan en çok reel kesimin zarar göreceği iddiası, kurt olmadan koyun sürüsünün yaşamayacağı iddiası gibidir. Reel kesimi uçurumun eşiğine getiren aynı banka sistemi değilmiş gibi, şimdi o sistemin yükünü de gerçek üreticilerin omuzlarına yüklemek canavarlık değilse, nedir?

Kontrollü üretimsizlik

Gelelim programın yerliliği meselesine. Her yıl Aralık ayında okullarda kutlanan yerli malı haftalarında Coca Cola içilmesine benziyor Kemal Derviş'in yerliliği. Yerlilik, her şeyden önce, bütün ülkeyi ilgilendiren ve etkileyen bir programın başında, siyaseten halka karşı sorumlu bir insanın bulunmasını gerektirir. Sayın Derviş bu gerçeği hissediyor olmalı ki, konuşmasında bir ara programın yürütücü liderinin Başbakan Ecevit olduğunu hatırlatma gereği duydu.

Bu sözü tam doğru kabul etsek bile, Başbakanın sadece "yürütücü" olduğuna; yani "yukarıdan" empoze edilmiş bir programı yürüttüğüne şüphe yoktur.

Bir ülkenin üretken zümrelerinin kaynaklarını canavar bir finans sisteminin finansmanı için kullanmak, dünya sisteminin işleyişi göz önüne alınmadan değerlendirilemez. Sistemin hegemonik gücü şu anda Avrasya'ya yeni bir düzen verme peşindedir. Bu programın pürüzsüz uygulanabilmesi için, belli başlı bölge güçlerinin fazla talepkâr olmamaları, ufak tefek sus paylarına fit olmaları gerekmektedir. (Aksi halde, programın kârı düşer!) Bölge güçlerini sindirebilmenin en etkili yolu, ekonomilerini kontrollü üretimsizlik içinde tutmaktır. IMF destekli bütün "istikrar" programlarının amaçladığı şey budur.

ABD, Afganistan'da kolay bir zafer elde etmişe benziyor. Kolay zaferler hegemonik güçleri tatmin etmez. Başkan Bush bu yüzden çatacak 'diktatör' arıyor.

Gelişmeleri 11 Eylül'deki olayla irtibatlandırmanın imkânı yoktur. ABD çapındaki bir dünya gücü, önümüzdeki beş, on veya yirmi yılda yapmayı tasarladıklarını 10 Eylül'den 12 Eylül'e değiştirmiş veya ne yapacağına 12 Eylül sabahı karar vermiş olamaz. ABD'nin Avrasya ve giderek yeni dünya düzeni siyasetinin mantığını irdelememiz gerekiyor. Nitekim son on yılda küresel siyaset tartışmalarının "medeniyetler" kavramı çerçevesinde yürütülmesi manidardır.

Batı siyaset biliminde (genelde sosyal biliminde) medeniyet genellikle büyük harfle yazıldığı, yani tek medeniyetin Batı Medeniyeti olduğu açık veya gizli varsayıldığı halde, siyaset biliminin önde gelen akademisyenlerinin birden bire çoğul olarak medeniyetlerden söz etmeleri, küresel bir siyaset programının uygulanmak istendiğine işarettir.

Bu tartışma tarzı aslında bizi en az 100 yıl geriye götürmektedir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa sosyal düşüncesine en büyük katkı medeniyet tarihçilerinden geldi.

Mesela Spengler'in terminolojisini bugün kullanacak olursak, tarihin sonu ve medeniyetler çatışması gibi tezgâh tezlerle uğraşmak yerine, "Demokrasi ile Sezarizm arasındaki nihai muharebe" yaklaşıyor dememiz gerekir.

Sezarların (= politik/askerî güç odağının) salt siyasal düzen-iradesi ile diktatöryel para-ekonomisinin öncü kuvvetleri arasındaki, büyük harfle Siyaset ile İktisat arasındaki muharebeyi anlamak için, demokrasinin para vasıtasıyla nasıl kendi yıkımını hazırladığını kavramalıyız.

Spengler, tıpkı yazının başında kullandığımız canavar nitelemesi gibi, para-ekonomisinin başına 'diktatöryel' sıfatını boşuna koymuyor!

Amerikan kurmayları milli devletler sisteminin sınırlarını hepimizden iyi biliyorlar. Merkezdeki milli devletler, tıpkı ABD'nin 19. yüzyılda yaptığı gibi, birbirleriyle bütünleşmeden varlıklarını koruyamayacaklarını iyi bildiklerinden, 20. yüzyılın ikinci yarısını entegrasyon arayışlarıyla geçirdiler.

Nasıl elli Amerikan eyaleti bir araya ge(tiri)lip federal bir büyük devlet kurulduysa, onbeş (kısa bir gelecekte yaklaşık kırk) Avrupa 'eyalet'i de biraraya ge(tiri)lip büyük bir federal devlet kurulmaktadır. Euronun kullanılmaya başlanması, bu büyük gücün artık ete kemiğe bürünmüş olduğuna işarettir. Bir sonraki hedef, Avrupa ordusu olacaktır.

Çevreyle irtibatı kestiler

Kenar her zaman merkeze meylettiğinden, çevredeki devletlerin de benzer arayışlara girmemeleri eşyanın tabiatına aykırı olacaktı. Bu doğal süreç, eğer birkaç önemli bölge devletinin iradesiyle bütünleşebilirse, merkezi zor durumda bırakabilirdi. Mesela, 1980-90 arası on yılda Türkiye bir anda doğu ve güney istikametinde ticari bakımdan "genişlemeye" başladı.

Bu, şartların gereği, adeta kendiliğinden bir hareketti. Doğu Avrupa ve Sovyet sisteminin çöküşüyle beraber, Türkiye'nin (kendi çevresine doğru) genişlemesi on yıl daha devam etseydi, bugün ekonomi ve siyasette çok farklı konuları tartışıyor olurduk.

Merkez güçleri önce devleti kullanarak ekonomiye baskı yaptılar ve Türkiye'nin çevreyle irtibatını kopardılar. Şimdiyse ekonomiyi kullanarak devlete baskı yapıyor ve milletle irtibatını koparmaya çalışıyorlar. Derviş'in "yerlilik" dediği olgu işte budur.

Merkezin empoze ettiği sözde yerlilik, bize sadece devletimizi değil, 'milletimizi' de kaybettirmeyi hedefler. Bu söz ilk bakışta size fazla anlamlı gelmeyebilir.

Zaten bütün hegemonik projeler, çevrede öncelikle anlam kaybını sağlamaya çalışır. Yerlilik nasıl bulanıklaştırılıyorsa, millet olmanın anlamı da öylece bulanıklaştırılıyor. Spengler'i tekrar hatırlayacak olursak, tarih ancak birşeyin tarihi olarak vardır. Büyük Kültürlerin tarihi söz konusu ise, hareket halindeki bu 'birşey' Millet'tir. Devlet batı dillerinde durum (state, status) demektir, hareket halindeki milletin durumu. Kemal Derviş'in yerliliği, milletin hareketliliğini merkez adına kayıt altına alma girişimidir. Millet bunu biliyor, 'devlet' de biliyor mu acaba?


13 Ocak 2002
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED