|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Daha dün her vesileyle Osmanlı'yı karalamaktan ve tahkir etmekten zerre kadar çekinmeyen kimi çevrelerin Ecyad Kalesi'nin yıkımı akabinde birden bire Osmanlı kültürünü koruma sevdalısı rolüne soyunmalarıı doğrusu sırıtıyor. Sırıtıyor, çünkü Ecyad Kalesi yıkılanların sonuncusu. Ona gelinceye kadar nice eserler toz toprak oldu, kiminin yerinde yeller eserken kiminin yerinde beton yığını ucubeler yükseldi. Kur'an Kursları'nın yollarını kesip kapanmakla karşı karşıya getiren zihniyetin ABD başkanına Kur'an hediye etmesi ne kadar anlamlı bir çelişkiyse, dün yüzlerce eser yok edilirken görmeyen duymayan ve zerre kadar ilgilenmeyenlerin bugün Ecyad Kalesi yıkılırken şamata etmeleri de o kadar anlamlı bir çelişkidir! Bu şamatacılara sormak lazım, daha birkaç sene evveline kadar yine Mekke-i Mükerreme'de bulunduğu bölgeye de adını veren bir Osmanlı Kışla'sı vardı (o semt hala kışla diye anılır), 2 sene önce tıpkı Ecyad gibi yıkıldı. Geçen sene düzlenmiş arsasını ziyaret etmiş hatta bir de yazı yazmıştım. Bu kışla da tıpkı Selimiye ve Rami kışlaları gibi oradaki kültür miraslarımızdan biriydi. O güzelim eser yıkılırken neden kimseden ses çıkmadı acaba? Biraz daha evveline gidelim: Bugün Kabe-i Muazzama çevresindeki Osmanlı'nın inşa ettiği revakları (ki Osmanlı saygısızlık olmasın diye yüksekliğini Kabe'den kısa tutmuş ve kimsenin girişini engellememek için kapı koymamıştır; çünkü Kabe'ye girişi engellemek inancımıza göre büyük günahtır. İnancın hayata dolayısıyla mimariye de yansıdığı bu nokta Osmanlı medeniyetinin özelliklerinden birisidir) çevresinde –eski fotoğraflarda görülecektir– İstanbul camilerindeki minarelerin benzerleri vardı. Bu minareler en az Ecyad Kalesi kadar mimari ve kültürel özelliğe sahipti, bunlar yıkıldı yok edildi, başka bir yere dikildiğini de bilmiyoruz; bunlar yıkılırken neden kimsenin sesi çıkmadı? 70'li yıllarda Medine-i Münevvere ve Mekke-i Mükerreme'de Osmanlı eserlerinden geçilmezdi. 1976 yılında gittiğimde Medine-i Münevvere'nin surlarından kalıntılar vardı. Mesela Mescid-i Nebi'nin Babusselam'ından çıktığınızda tıpkı Beyazıt'ta kapalı çarşıya girdiğiniz gibi Ayniye Caddesi adı verilen bir kapalı çarşıya girilir, surların dibinden çıkılırdı. Medine-i Münevvere'nin sur içinde kalan kısmındaki evler, sokaklar, medreseler, hanlar ve hamamlar orasını adeta bir rüya şehrine dönüştürmüştü. Medine'nin o daracık sokaklarında yürümek bile insana bir başka duygu yaşatıyordu. Oradaki han, hamam, medreselerin tamamı Osmanlı eseriydi. Bunların hepsi yıkıldı. Ecyad Kalesi için kıyametleri koparanlar o zaman nerelerdeydi? Ravza-i Mutahhara'nın hemen kıblesinde bir Arif Hikmet Kütüphanesi vardı ki içindeki yazma eserlerin kıymetinin yanı sıra kütüphanenin binası hatta rafları bile tarihi özellik arz ediyordu. Bu kütüphanenin tasnifinde kütüphane müdürü Ali Ulvi Kurucu beye bizzat yardım etmiş biri olarak o eserlerin değerini bilenlerden biriyim. Ecyad Kalesi için şahin kesilenler bu tarihi kütüphane yıkılırken neredeydi? Efendimizin Medine-i Münevvere'ye hicret ettiğinde ilk konakladığı yer olan Kuba'da takva üzerine bina edilen mescidin yerine Osmanlı'nın inşa ettiği ve çok nefis hatlarla tezyin ettiği Kuba Mescidi vardı. Efendimizin namaz kıldırdığı mekanda görünüşüyle bile gönülleri fethedecek bir tarihi mihrab vardı. Kuba Mescidi'nin hemen kıblesinde Efendimizin Kuba'da iken misafir kaldığı evin yerinde kubbeli bir bina yapılmıştı. Bunların hepsi Osmanlı'nın çok kıymetli eserleriydi, hepsi yıkıldı. Ecyad'a ağıt yakanlar bunlar yıkılırken neredeydiler Allah aşkına?! Ben yetişemedim ama eski resimlerinden gördüm: Uhud meydanında Hz. Hamza ve Sahabilerin kabirleri üzerinde Osmanlı'nın inşa ettiği türbeler vardı. Mukaddes topraklarda saymakla bitiremeyeceğimiz Osmanlı eserleri vardı. Bugün bunlardan hiçbiri yok. Hepsi bilinçli olarak yıkılmış ve yok edilmiştir. Ecyad Kalesi de diğerleri gibi yıkılmaya mahkumdu. Çünkü bir zamanlar Osmanlı'nın Kabe'yi gölgelemesin diye iki kattan daha yüksek bina inşasına izin vermediği Mekke-i Mükerreme'de bugün tipsiz beton yığınları, Beytullah'a adeta kibirle kuşbakışı bakar gibi yükselmiş gökdelenler arasında Kabe-i Muazzama'dan sonra göze çarpan tek tarihi eser Ecyad Kalesi'ydi. Masallardaki hayal mahsulü çizilen kalelerden daha güzel gösterişli tek binaydı. Mekke'ye giren herkesin gözü Kabe'den sonra ister-istemez bu güzel esere kayıyordu. Bu eser yıkılacaktı, çünkü 1700'lü yıllardan beri Osmanlı yönetimine isyan eden, zaman zaman Mekke ve Medine'yi de ele geçiren Suud destekli dini harekete karşı şehri koruma amaçlı bina edilmiş olan bu kaleye oradaki resmi ideolojinin tahammül etmesini beklemek mantık dışıydı!!! Bu eserlerin yıkılmasını sadece Osmanlı düşmanlığıyla yorumlamak da yeterli değildir. Asıl gerekçe oradaki resmi devlet idelojisidir. Nasıl Türkiye'de Kemalizm resmi bir ideolojidir ve hiç kimse Kemalizm aleyhinde olamaz ise Suudilerin de selefilik diye tanımlanan ama Türk halkının vehhabilik olarak bildiği bir resmi ideolojisi vardır. Bu ideolojiye muhalif olan her şey yıkılmaya mahkumdur. Tıpkı Kemalizm Türkiye'de tekke ve zaviyeleri laiklik gerekçesiyle kapattığı gibi Suudi yönetimi de tekkeleri türbeleri dini gerekçelerle kapatmış ve yıkmıştır! Suudilerin dini referanslı idelojilerinde tarihi eserlere saygının yerini bulmak da mümkün değildir, adamlar öyle inanıyorlar, ihtiyaçları olduğu zaman da eserin tarihi olup olmadığına bakmayıp yıkıyorlar. Bu bir ideolojidir. Buna bir de ulus devletin temellerini pekiştirme politikası eklenince elbette ki başka yönetimlerin eserlerini bir şekilde gözlerden ırak tutmaya çalışacaklardır. Hicazdaki tarihi eserler konusunda yapılacak bir şey kalmamıştır. Çünkü bize ait tarihi eser kalmamıştır. Medine-i Münevvere'de Mecsid-i Nebevi'nin ön kısmı ile tiren istasyonu Mekke-i Mükerreme'de de Kabe çevresindeki revaklar dışında dişe dokunur Osmanlı eseri kalmamıştır!!! Ecyad kalesine ve gözlerimle gördüğüm onlarca eserin yok olmasına benim içim kan ağlarken sesini çıkarmayan çevrelerin Ecyad üzerine fırtınalar koparmalarını Türk-Arap düşmanlığını pekiştirmeye yönelik bir senaryonun parçası gibi görüyor ve her iki tarafın da dikkatli olması gereğine inanıyorum. Turgut Özal, Kabe çevresindeki revakların yıkımına diplomatik yollarla nasıl engel olduysa, aynı şekilde devletimizden Hicaz'da geriye kalan birkaç eseri ve diğer topraklardaki yüzlerce eserleri aynı diplomatik nezaket içinde korumasını yurt içinde yok olmaya yüz tutmuş eserlere sahip çıkmasını bekliyoruz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |