|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Soruyor insanlar: -Nasıl ümitli misiniz? -Ümitliyiz tabi. Madem ki yaşıyoruz, ümit bitmez. Evet bu doğru, ama gelin görün ki Türkiye'de her gelişme insanların ümidini kemiriyor. Nasıl dayansın ümit bu sürekli erozyona? Siz AB'ye uyum yolunda insan haklarında daha geniş bir çerçeve için anayasayı değiştirmişsiniz, bu yönde yasalarda da uyumu arıyorsunuz, ama bir de bakıyorsunuz "uyum yasaları" diye ortaya konan şey, kimi noktalarında eskiyi bile aratacak bir kısıtlama çerçevesi getiriyor. -Şu 159 ve 312'inci maddelerdeki oyuna bakın. 312'de asıl sorun neydi? Suçun sağlıklı belirlenememesi ve yoruma fazla yer bırakması... Adalet Bakanı bile "312 zorlama ile 163 yerine kullanıldı" diye şikayet ediyordu. Şimdi bu konuda bir iyileştirme yok. Evet "tahrik"in "kamu düzenini bozma olasılığı"na bağlanması bir ileri adım gibi gözüküyor ama, bu da sonuçta hakimin yorumuna bağlı değil mi? "Kamu düzeni" yoruma tabi bir kavram, "bozmak" yoruma tabi bir kavram, ve nihayet "olasılık" çok daha göreceli bir kavram. Hakim heyeti bu görecelilik içinden hüküm çıkaracak. Falanca yazıya veya falanca konuşmaya "falanca sürec"in "siyasallaşmış yargı vasatı" içinde hüküm verecek! Türkiye oralardan gelmedi mi buraya? Üstelik 312'nin birinci fıkrasında yer alan "suçu övme" kavramının kapsamı genişletiliyor. Nazlı Ilıcak değişikliğin gerekçesini yayınladı, Türkiye gibi değer yargılarının farklılaşması sonucu, "suç"un toplumsal değerleri gözetmediği bir ortamda, kanunların suç diye nitelediği bir alanda "bu niye böyle, halka bu konuda neden baskı yapılıyor?" gibi bir söylem bile suçu övme çerçevesi içine alınabilecek. 159'uncu madde ile ilgili değişiklik, toplum - kamu yönetimi ilişkisinde, düşünce özgürlüğü aleyhine ve kamu yönetimi lehine çok daha katı bir düzeni getiriyor. Kamu yöneticilerine hakareti suç sayan bu madde, eskiden eleştirilerin bile hakaret sayılabilmesi sebebiyle eleştiriliyor ve bu alanda özgürlük çerçevesinin geliştirilmesi bekleniyordu. Yeni tasarı sadece kurumları değil, kurumlar bünyesinde çalışan bireyleri bile koruma kapsamı içine alıyor ve bireylere yönelik eleştirilerin bile kuruma yönelik hakaret gibi değerlendirilme yolunu açıyor. Nereden çıktık, nereye geldik? Özgürlük ararken yeni bir kuşatma geliyor. "Gözünün üzerinde kaşın var" dedin, hadi hakaretten mahkemeye... "Özgürlük" diye diye özgürlüklerin budanması bir marifetse, bunu çok iyi becerdiğimiz söylenebilir. Ama bu, toplumun özgürlük talepleri ile bağdaşmıyormuş, insan hakları alanında çağdaş bir ülke olma hedefini öngörmüyormuş, geçiniz onları... Bir çelik irade, oyun içinde oyun oynuyor ve daha geniş bir özgürlük arayışını bile, daha sıkı bir mengeneye dönüştürüyor. Ben bunu yazmakla acaba yeni tasarıya göre 159'luk veya 312'lik bir suç işledim mi? -Türkiye'nin gündeminde bir yerel yönetimler reformu vardı, değil mi? Evet vardı. O bir yerlerde duruyor. Şimdi biz, "bize yar olmayan yerel yönetimlerin ipini nasıl çekeriz"i konuşuyoruz. İstanbul, İzmit ve Ankara'yı biçme eylemine ne dersiniz? "Öteki belediyeler"e kaynak aktarma işini, belediyeleri birbirine kırdırarak ya da İstanbul, İzmit ve Ankara'yı biçerek yapma eylemi, dünyada sadece bizim merkezi yönetimimize has bir maharet olabilir değil mi? Ankara diyor ki gelirleri biçilen belediyelere "Öğrenciye burs verme, ucuz ekmek satma, ucuz yolcu taşıma... " Bu cümlenin devamında "parasızlıktan okuyamayan öğrenci, açlıktan ölen çocuklar, işine gidemeyen asgari ücretliler ölenler senin sorunun değil" ifadesi olmalı ama bu, "diğer belediyelere gelir aktarma" makyajının altında kalıyor. Yerel yönetim reformu dediğin böyle olurmuş meğer! -İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde asker kökenli 19 kişinin görevine son verildi. Bunlar YAŞ kararıyla ordudan ihraç edilmiş insanlardı. Bu arada sakallı ve başörtülü çalışanların fişlenmesi ve tasfiyesi sürüyor. Nasıl bir ülkeyiz? Ordudan ihraç edilenler acaba nasıl yaşamalılar? Hangi yolla geçinmeliler? Onlar için en iyisi bir Gulag Takımadası oluşturmak mı? Amerikalılar'ın Guantanamo adasında esirlere verdiği yemek tabldotunu yayınladı gazetelerimiz. Hiç fena değil, "orada çalışamazsın, burada çalışamazsın" dediğimiz insanlara, bari bir "esirler tabldotu" hazırlayıp sunsak... -Ve vergiler, zamlar ülkesi Türkiye... Bir öğretmen maaşı ne kadar? 300 milyon. Bir işçi emeklisi ne kadar alabilir? En fazla 250 milyon. Asgari ücret ne kadar? 160 milyon. Ya çığ gibi büyüyen işsizler ordusu?.. Ne girer onların evine günde, ayda? Ve ne çıkar evden? Elektrik, su, doğalgaz (?), kira, (emlak vergisi) telefon (?), yol parası, ekmek, zeytin, çocuğa okul harçlığı (?) giysi (?) ayakkabı (?) vs.... Geçindirsin bakalım hükümet bu insanları İstanbul'da bu paralarla? Evet, İstanbul'un bir yerinde bir getto oluşturalım, orada toplayalım öğretmenleri, memurları, emeklileri, asgari ücretlileri, işsizleri... ve çitle çevrilmiş bölgenin anahtarını Ankara'ya verelim? Beş para maaş vermesin hiç kimseye... Herkesin maaşını kendisi alsın ve geçindirsin bu insanları çoluk - çocuğu ile... Ağzım kurusun, komünist bir yönetimi mi anlattım yoksa? -Sosyal patlamadan korkuyor Ankara ve böyle bir durum için zabıta tedbirleri geliştiriyor, artı daha sıkı sıkı bir yönetimin yasal zeminini arıyor. Biz ülke olarak bu zabıta tedbirleri için kafa yorduğumuz kadar, halkın hayatının iyileştirilmesi için kafa yorsaydık, şimdiye çoktan yırtardık kefeni... Ama başörtüsü var, ordudan attıklarımızın nerede çalıştığı derdi var, insanların Kur'an'ı hangi yaşta öğrendiği meselesi var, İHL mezunlarının devletin hangi kademelerinde görev aldığı sorunu var, kurban derilerinin ne olacağı sorunu var, iktidara kimlerin gelmemesi gerektiği hassasiyeti var... Bunlardan sıra gelir mi zamların insanları nasıl bunalttığı sorusuna? Nasıl olsa aç çocukların ölümü de sadece bir günlük haber olabiliyor gazetelere, ya da tv'lerin bir ara haber bültenlerine... Olsun olsun, ölen ölür kalan sağlar bizimdir... Vatan sağ olsun! Ümidin boğulduğunu mu hissediyorsunuz? -Öyle düşünmeyin, vatan sağ oldukça ümit vardır!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |