|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'de politikacılarımızın kullandığı bir taktik vardır. Şunu yapmazsanız, başımıza şunlar gelir... Bundan 25 yıl evvele kadar partilerimizin bir kısmı, bize oy vermezseniz Türkiye'ye komünizm gelir derdi... Bazı partilerimiz ise, bize oy vermezseniz Türkiye'de laiklik elden gider... Türkiye'ye şeriat düzeni gelir diye propaganda yaparlardı. Bu bir nevi, vatandaşları bir öcü'den korkutarak oy alabilme taktiğiydi. Vatandaşları öcü ile korkutarak politika yapmak belki kolaydır amma, bu kolay politika sebebiyle başarılı olan bir parti pek çıkmamıştır. Üstelik bu politikaların yaptığı siyasi tahribat, bizleri bu güne getirmiştir. Burada bir konuyu bilhassa belirtmek isterim; biz bu öcü ile korkutma politikasını, maalesef dış politikamızda da kullanma yanlışını yapmaktayız. Başbakan Yardımcı'mız sayın Mesut Yılmaz Almanya'da yayınlanan Bild gazetesinde, Türkiye'yi Avrupa'dan dışlarsanız, kökten dincileri kuvvetlendirirsiniz demiş. Bu sözlerin taşıdığı mana, Avrupa'yı kökten dincilik öcüsü ile korkutarak, siyasi bir sonuç almaya çalışmaktır. Ancak, bu konuşmada kökten dinciler dediğimiz zaman kimi kastediyoruz; Teröristleri mi? Hizbullahçılar mı? Yoksa yakalarına kökten dinci etiketini kendi elimizle yapıştırdığımız meşru partiler mi? Öcülerle vatandaşı korkutma politikaları, iç politikada kullanıldığı zaman, ülkede sosyal yozlaşma'ya yol açar. Ancak bu taktik, dış politikada da kullanılırsa, bunun çok acı ve tehlikeli sonuçları olur. Evvela, Avrupa'ya, bizi dışlarsanız Türkiye'deki kökten dincileri kuvvetlendirirsiniz demek, onların iç işlerimize karışması için çıkarılan bir davetiye'dir. Biz bu daveti yaptığımız zaman, Avrupalılar, iç işlerimize neden karışıyor demeye hakkımız var mıdır? Üstelik, Türkiye'deki demokratik rejimin ayakta durmasının sigortasını, Avrupa'nın bize karşı davranışından ibaret gibi göstermeye hakkımız olmasa gerektir. Bu politikaların hiçbirisi Türkiye'yi bir yere götürmemiştir. Şunu yapmazsanız Türkiye'ye komünistler gelir veya Türkiye'ye kökten dinciler gelir gibi basit politikalar, dış politikamızda çok defa kullanılmak istenmiştir. Bu tür taktikler, Türkiye'ye hiçbir yarar getirmemiştir. Siyasi partiler birbirlerini, kötülemek için onlara etiketler yakıştırırlar. 25-30 yıl öncesine baktığımız zaman, CHP'lilerin sağcı partilere faşistler diye bağırdıklarını bilmeyenimiz var mıdır?.. CHP'ye karşı yapılan mitinglerde komünistler Moskova'ya diye bağırmadık mı? MHP göğsüne ırkçılık etiketini asanlar biz değil miyiz? Bu etiketleme, bu ithamlar, seçim meydanlarında kullanılan sloganlar olarak kalırsa, bir ölçüde mazur görülebilir. Ancak bunu dış politikada kullanma taktiği ise, milli haysiyetimize yakışmaz. Bu ithamların temelinde, batıyı, iç politikamızda bir nevi tetikçi gibi kullanmak taktiği yatmaktadır. 1997 yılında sayın Necmettin Erbakan'ın başkanlığında koalisyon hükümeti kurulduğu zaman, Avrupa Konseyi Başkanı Bayan Fischer yaptığı basın toplantısında: Türkiye'de, fondamantalist dinci parti iktidara gelmiştir. Avrupa Konseyi üye ülkelerinin dikkatini çekerim, demek cesaretinde bulunmuştur. Bu beyanatına karşı gönderdiğimiz mektubu alınca, yaptığı gaf'ın farkına vararak, ikinci bir basın toplantısını tertipleyerek, sözlerinin yanlış anlaşıldığını beyan etmiş ve bizi çaya davet ederek, tartışmaya son vermemizi rica etmiştir. Türkiye'deki demokratik rejimin, Anadolu'nun hoşgörülü din anlayışının yani gerçek manada laikliğin bekçisi Avrupa ülkeleri olamaz. Türkiye'deki siyasi parti veya hiçbir organ olamaz. Türkiye'yi, İslam'ı yanlış algılayan rejimlere karşı bizzat, Türk milleti korumuştur. Büyük Selçuklu devleti, Hassan Sabbah zihniyetine karşı yıllarca bunun için savaşmamıştır. İranlılarla Osmanlı'lar arasındaki savaş, bir toprak kavgası değildir. Bu savaşlar, Ahmet Yesevi, Mevlana veya Yunus Emre gibi İslam ulu'larının fikirleri ile şii anlayışının çatışmasıdır. Kimseyi öcüler'le korkutarak kanunlar çıkartmaya zorlamak, siyasi başarı elde etmeye çalışmak taktikleriyle bir yere varamayız. Türkiye'deki müesses rejimin bekçiliğini, bizzat Türk milleti yapmaktadır. Buna hem inanmalı'yız ve hem de herkesi inandırmalı'yız. Bu adeta, tanzimatçıların, Osmanlı' idaresinde yapılmak istenen reformların bekçiliğini, Avrupa'nın büyük devletlerine yani düveli muazzamaya bırakması gibi bir olaydır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |