T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Mini basına, "mini mini paket"

Bir kez yazmıştım, tekrar ediyorum: Nazlı Ilıcak'ın milletvekilliğinin bambaşka bir önemi vardı. Meclis çatısı altında olup biteni okurlarına hiç gecikmeden aktarıyor ve yorumluyordu. Hangi yasa tasarısı yolda, kim neyin peşinde ve pazarlığında, gecikmeden öğreniyorduk. Dolayısıyla, Ilıcak'ın milletvekilliğine dünya parlamento tarihinde görülmemiş bir biçimde, "refakatçı" suçlamasıyla son verilmesi bu ülkenin vatandaşları için "haber alma hak ve özgürlüğü" açısından da bir kayıptır. "Meclis saati"ni bundan böyle kimin kaleminden izleyeceğiz?

Ilıcak, son iki yazısını Meclis'e sunulan iki yasa hakkındaki "iyileştirme" ya da "uyum" amaçlı tasarıların değerlendirmesine ayırdı. Üzerinde iyi çalışılmış, "bilgi" vermekle yetinmeyip "fikir" de vazeden iki yazı... Türk Ceza Yasası'nın 159 ve 312. maddesi için düşünülen "iyileştirme" ya da "uyum" harekatı! İsterseniz, Ilıcak'ın bu önemli yazılarından bazı bölümlerin altını çizmeden önce, 159 ve 312. maddeyle ilgili medyada gözlenen bilinçli kayıtsızlığa değinelim. Tamam biliyoruz; ülkemizdeki medya sadece bu tasarılar değil pek çok mesele karşısında da kayıtsız... Ülkedeki basının neredeyse tamamını oluşturan "İstanbul basını", Meclis'ten alelâcele geçirilen ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin gelirini tırpanlayan yasa karşısında da kayıtsız... Yıllarca yerinden yönetim (adem-i merkeziyet) ilkesini göğe çıkaran sanki o değildi; merkeziyetçi idare yapısının ömrünü doldurduğunu, yerel yönetimlerin idari ve ekonomik özerkliklerinin güçlendirilmesinin kaçınılmaz olduğunu ısrarla savunan sanki o değildi.. Ne oldu ne bitti de, belediyeleri tekrar merkezdeki İller Bankası'nın insafına terkeden yasayı makul bulup, sesini kesti? Hiç şüphesiz ki "bilinçli" olmasına bilinçli; ama ya "samimiyet"?

Hadi diyelim ki bu kadar samimiyetsizlik "el medyasında" da olur... Ama 159 ve 312. madde bu kayıtsızlığı ve "samimiyetsizlik"i kaldıramaz ki... Nedeni basit: Çünkü medya, bu maddelere getirilen değişiklikleri okurlarına duyurmaz, tartışmaz ve karşı çıkmazsa kendi varlığına kendi elleriyle son verir. (Tabii ki eğer, tam bir "kelam hürriyeti"nin varlığını, kendi öz varoluşunun da şartı olarak görüyorsa.)

Şimdi de, basının bu "bilinçli" kayıtsızlığının, vurdumduymazlığının, başına ne işler açabileceğine Ilıcak'ın öne çıkardığı örneklerden hareketle daha yakından bakalım. 159. maddenin birinci fıkrası yasa tasarısında şöyle kaleme alınmış: "Türklüğü, Türk Milletini, Türkiye Devleti'ni, TBMM'yi, Bakanlar Kurulu'nu, bakanlıkları, adliyeyi, devletin askeri veya emniyet ve muhafaza kuvvetlerini veya BUNLARI TEMSİL EDEN BİR KISMINI alenen tahkir ve tezyif eden kimseye, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir."

Hadi bakalım gazetecilik yapın! Hadi bakalım, "kurumlar"la yetinmeyip işe "BUNLARI TEMSİL EDEN BİR KISMINI" da dokunulmazlar listesine alan bu tasarı yasalaşırsa, bu ülkenin "hür basını"ndan söz edin, edebilirseniz... Şurası muhakkak ki, eğer bu tasarı yasalaşırsa, "Lara"nın cansız bedeninde "satanist" işaretler bulmaya uğraşan bilgisiz ve acımasız yayınlar gazeteleri 3 gün değil 33 gün meşgul edecek, "Michael Jordan'a özel prezervatif" haberlerini manşete çıkarmaktan başka çare kalmayacaktır!

Ilıcak: "Sözgelimi, milletvekillerini eleştirirseniz, TBMM'ye hakaret etmiş, bazı askerlerin yanlış yaptığını -isim vererek bile söyleseniz- devletin silâhlı kuvvetlerini tezyif etmiş sayılacaksınız. (...) Bir grup polis işkence veya kötü muamele mi yaptı; falanca hâkim görev ihmali mi içinde; bundan böyle, yoğurdu bile üfleyerek yemek zorundayız."

Söz konusu tasarılar karşısında basının kayıtsızlığını vurgularken, kimsenin hakkını yememek için, Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi'nin 18 Ocak tarihli "Bunun neresi iyileşme?" başlıklı yazısını da hatırlamak zorundayız. Söylemiştim, Ekşi'nin kalemi okurlarını çok şaşırtıyor. Ekşi, bir gün "sağdan", bir gün "soldan" çakıyor! Sözünü ettiğim yazısı herhalde en iyiler arasında... Şu güzel sözlere bakın: "Merak ediyoruz... Çünkü yürürlükteki hükümle yeni getirileni karşılaştırınca yasadaki dilin daha açık bir Türkçe ile kaleme alınmasından ve bir de evvelce suç sayılmayan bazı hususların maddeye suç sayılacak şekilde yerleştirilmesinden başka fark göremedik."

Biliyorsunuz, 159 ve 312'ye yönelik "iyileştirme"lerin de içinde yer aldığı pakete "mini demokrasi paketi" diyorlar. Bana sorarsanız, yanlış bir adlandırma derim. "Evvelce suç sayılmayan bazı hususların maddeye suç sayılacak şekilde" yerleştirilmesine hizmet eden bir paket "mini demokrasi paketi" olarak adlandırılabilir mi? Bence doğru adlandırma "Mini mini demokrasi paketi" şeklinde olmalıdır. "Mini mini basına, mini mini demokrasi paketi!"


21 Ocak 2002
Pazartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED