T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ankara'nın mazereti var

Türkiye'deki "Avrupa karşıtı" güçler, 11 Eylül sonrasındaki konjonktürel desteği de arkalarına alarak ülkeyi tehlikeli bir "makas değişimi"ne zorluyorlar. "11 Eylül'le haklılığımız kanıtlandı" söylemi üzerinde temellendirilmeye çalışılan bu yeni strateji, ABD'nin yeni "güvenlik konsepti" ile de bütünleştirilerek Türkiye'deki "statüko"nun duvarları daha da muhkem hale getiriliyor. Çünkü artık, 11 Eylül sonrasındaki Amerika "değişim"in değil, "statüko"nun simgesi haline gelmiş bulunuyor.

28 Şubat'ta gerek siyasal, gerekse toplumsal alanda yaşadığımız "derin yarılma"yı, bu kez daha tehlikeli bir "oyun"un masumane bir versiyonuyla yeniden yaşamaya zorlanıyoruz. Değişiyormuş gibi yapıp, statükonun sağladığı yasakçı kazanımlarından hiç vazgeçmeye niyeti olmayan Türkiye, AB ile arasına mesafe koyarak ABD'nin yeni "güvenlik" şemsiyesi altına sığınmaya çalışıyor.

Ancak bilinmeli ki, bu yol Türkiye'yi demokratik dünya ile bütünleştirecek bir istikamette ilerlemiyor. Nitekim Ecevit'in Amerika gezisi de gösterdi ki, Sam Amca'nın desteği "sırt sıvazlama" politikasından öte bir anlam ifade etmemektedir. Dolayısıyla, "yeni dünya dengeleri"ne güvenerek AB konusunda ayak sürüyenler, her an "ayazda" kalabilirler.

Gerek Helsinki'de verilen "ev ödevi"nde, gerekse AB "İlerleme raorları"nda ortaya konulan talepler son derece açık. "Kopenhag Kriterleri"nin hayata geçirilmesi konusunda Türkiye somut adımlar atmadan "tam üyelik" hiçbir şartta mümkün değil.

Açıkçası bugünleri, geçmişte övüne övüne bitiremediğimiz, 11 Eylül sonrasında ise neredeyse tek umudumuz haline gelen "stratejik önem" masalı yüzünden AB'ye üstü kapalı "kafa tutma" işini pek sevmiş bulunuyoruz. Şimdi aynen 28 Şubat'ta olduğu gibi, demokrasiye karşı "güvenlik" kozu, siyasete karşı devletin bazı "üst kurumları" kullanılarak Türkiye'nin önüne siyaset dışı yeni bir konsept geliştirilmeye çalışılıyor.

Ülkeyi kuşatmaya başlayan bu yeni "yarı vesayet" sistemi, bir bakıma "28 Şabat"tan bile daha "sofistike" bir süreçte ilerliyor. Çünkü, sahneye konulan "ince oyun", "AB'ye uyum" adı altında ama kesinlikle AB'yi iplemeyen bir çerçevede icra ediliyor.

Bu oyunun en önemli göstergelerinden birisi, AB'ye uyum yasaları çerçevesinde Türk Ceza Kanunu'nun 159. ve 312. maddelerinde yapılması planlanan değişikliklerdir. Aslında bu yasalarda şu anda hiçbir değişiklik yapılmıyor, hatta yasaların yaptırımları daha da ağırlaştırılıyor. Burada sadece küçük bir "değişim oyunu" oynanıyor o kadar...

Peki ama, hangi siyasi irade, değişirken bile içine kapanan Türkiye'nin önünü açarak, daha rahat nefes alabileceği demokratik bir dünya ile buluşturacak?

Ne yazık ki, şu anda siyasette umut yok. Çünkü siyaset etmenin bütün kanalları 11 Eylül döneminin ağırlaştırılmış şartlarının da yardımıyla yeniden tahrip ediliyor. Siyasi aktörler, çaresiz bir şekilde sadece bu yeni tabloyu seyretmekle yetiniyor.

İşte size iktidar partilerinin kısa bir analizi:

İktidarı oluşturan siyasi partilerin genel hedefini, "statükoya dayalı bir istikrarın sürdürülmesi" şeklinde tanımlamak mümkün.

George W. Bush'un "tatlı hayallerle" gönlünü hoş etmeye çalıştığı Ecevit'in yani DSP'nin Avrupa Birliği konusunda şimdilerde pek acelesi yok. Ecevit'e göre, Türkiye'nin "Kopenhag Kriterleri"ne uymasından çok, AB'nin Türkiye'nin "özel şartları"nı dikkate alarak Türkiye'ye alışması gerekiyor. Kısacası, Ecevit'in mazereti var.

MHP'nin ise, özgür dünyadaki demokratik değişim çok da umurunda değil. MHP'ye göre, sorgusuz sualsiz kapımızı çalan "liberal demokrasi" ve özgürlük gibi "zararlı" fikirlerden bizi koruyan "kutsal devlet"in şemsiyesi hepimize yeter de artar bile. O, yasakların en büyük hamisi...

ANAP'a gelince, bu parti esas itibariyle, demokratik ve değişimci bir geleneğe sahip. Ama talihsizliğe bakın ki, aynı ANAP uzun süredir "statüko" illetinden bir türlü yakasını kurtaramıyor. Aynı zamanda da Mesut Yılmaz'ın "yolsuzluk iddiaları" yüzünden sicili bozuk. Yılmaz'ın arasıra demokratlığı tutuyor, "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" diyorsa da gerisi pek gelmiyor.

Ne yazık ki, böyle bir tabloda, değişim de, demokrasi de devletin "asli unsurları"na kalıyor. Yani "değişiyorum" sloganıyla değişmeden, statükonun kollarında yeni "28 Şubatlar"a merhaba...


21 Ocak 2002
Pazartesi
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED