|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Başbakan'a ABD gezisinde "insan hakları" ve "demokrasi" konusunda soru sorulmamış olması Türkiye'nin çıkarına mıdır? Belli limitler haricinde, herhangi bir ülkenin bir başka ülke tarafından "sorgulanması"nı pek doğal karşılamam ben. Düne kadar Türkiye'nin kendi eksikliklerini farkedip bunları gidermesinin çok hayati olduğunu ne kadar vurgulu yazdımsa, Türkiye'nin başka ülkelerce "sorgulanması"nı da o kadar anormal buldum. Fakat, düne kadar Türkiye'nin önüne sürekli sürülen soruların bugün neden artık sorulmadığını merak ediyorum. Başbakan'ın gezisini çok başarılı bulanların, bazı soruların artık sorulmuyor olmasından "şüphe" duymaları gerekir. Ve bu "şüphe", asla sıradan olmamalıdır. Çünkü uluslararası siyasi iradeyi temsil eden odakların bir ülkeye bakışlarında "demokrasi" ve "insan hakları" eksenini gündemden çıkarmaları hiçbir zaman o ülkeyi küresel çapta bir etkinliğe ve saygınlığa kavuşturmamıştır. Türkiye'nin değerlendirilmesinde "demokrasi" ve "insan hakları" ekseninin artık "ihmal" ediliyor oluşu, Türkiye'nin konumlandırılışında bir değişikliğe gidildiğini gösterir… 11 Eylül'le beraber ortaya çıkan küresel çatışma hatları, Batı ve İslam dünyası arasında kültürel ve siyasal değerler temelinde yeni bir etkileşimin ve bir bakıma "önyargıların rehabilitasyonu" sürecinin başlaması gerektiğini gösteriyor. Eğer bu yapılmazsa, çatışma hatları radikalleşecek ve bundan sonra da ne dünya barışından, ne de teröre karşı ortak mücadele zemininden bahsedilemeyecek. İşte bu noktada Türkiye'nin küresel çatışmaları önlemeye dönük bir "model" olduğu sık söylendi; model olarak dünyaya söyleyecek "söz"ü olduğu ifade edildi. Bu köşede ise defalarca, "model" olmanın öneminden bahsettik, ama "model" olmanın jeo-politik'le sınırlı bir etkinlikle üretilemeyeceğini, siyasi değerler düzeyinde dinamik bir yapıya kavuşulmasını zorunlu kıldığını belirttik. Türkiye ilk günlerin ardından "model" olma tartışmalarından hızla uzaklaştı. Bunun en önemli nedeni, kimilerinin "model" olma tartışmalarından 28 Şubat'ın haklılığını ispattan öte bir şey anlamamaları, kimilerinin de "model" olma tartışmaları ile sadece İslami kimliği devletin kanatları altında daha etkin kılmanın yollarını bulmaya çalışmalarıdır. Birbirine zıt odakların, "model" olma tartışmalarından bir "siyasi karikatür" çıkarmaktaki dolaylı ortaklığıdır bu. Oysa herhangi bir "model"den bahsedildiğinde, öncelikle "siyasi değerler" düzeyinde bir tartışmanın yürütülmesi gerekir. Bu da iç siyasetin o ülkenin en önemli dayanak noktası olarak algılanması anlamına gelir. İç siyasetin dayanak noktası olmasından, yani siyasi alanın topyekun genişlemesinden ve "siyasal mekan"ın sağlam bir şekilde inşa edilmesinden, sadece kendi kimliklerinin daha çok manevra sahasına kavuşmasını anlayanlar böyle bir tartışmayı da tabii olarak yürütemedi. Gelinen noktada Türkiye "model" olma tartışmalarından ve geleceğe nasıl bir "siyasi eksen"le yürümesi gerektiğine dair arayışlardan süratle uzaklaşarak, jeo-politik öneminin arttığına dair hamasete yöneldi, bildik jeo-politik mirasyediliğine yuvarlandı. Bunun, Türkiye'yi, konjonktürü şimdilik ayakta tutan güçlerin sayesinde geleceğe yürüyen bir ülke konumuna sokacağı çok açıktır. Son gezide Türkiye'nin değerlendirilişinde "demokrasi" ve "insan hakları" ekseninin gündemden çıkarılmış olması, bu nedenle dikkatle okunmalıdır. İç siyasetin dış odaklar eliyle tamamen işlevsizleştirilmesidir bu. Zaten Türkiye'nin krize endekslenmesi, iç siyaseti kendi elleriyle kilitlemesinden kaynaklanmıştı. Dış güçlerin de bunu kışkırtan pozisyon alması ile iç siyaset tamamen işlevsizleşecek ve Türkiye'nin kriz yönetimi bile tamamen konjonktürün ellerine emanet edilecektir. "İnsan hakları" ve "demokrasi" ekseninde bir tartışmadan kurtulmuş olmak, "siyasetsizleşme"yi model zannetmektir ve bu, Türkiye'nin asla yararına değildir…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |