T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Osmanlı tecrübesini hatırlamanın tam zamanı

Türk toplumunun en ayırt edici vasıflarından biri, tarih boyunca hep "kurucu" bir toplum olmasıdır. Modernleşme tarihimizle birlikte bu toplumun "kuruculuk" vasfının veya dinamiğinin tersine dönmeye veya tersinden işlemeye başladığını gözlemliyoruz.

Selçuklu deneyimi, kaotik bir görünüm arzeden Anadolu ve Mezopotamya havzasına kurucu bir aktör olarak müdahale etmemizle ve bu havzada entelektüel ve kültürel bir devrim gerçekleştirmemizle sonuçlandı: Anadolu ve Mezopotamya havzası, Erzurum, Sivas, Şam, Halep, Bağdat, Konya, Kayseri gibi şehirlerin, İslam'ın bahşettiği dinamizmle yeniden kurulduğu, hayat/iyet ve ruh kazandığı bir canlanmaya, bir dönüşüme; entelektüel ve kültürel bir devrime tanık oldu.

Selçuklu sadece kurucu bir aktör değildi; aynı zamanda, İslam dünyasının üzerine çullanan Haçlı sürülerini durdurmayı başaran koruyucu bir aktördü. Artık şurası kesin: Eğer Selçuklular Anadolu ve Mezopotamya havzasına yerleşmeselerdi, İslam'ın tarihî, siyasî, entelektüel ve kültürel yürüyüşü akamete veya en azından büyük ölçüde sekteye uğrayabilirdi.

Osmanlılar, Selçuklulardan "kuruculuk" ve "koruyuculuk" misyonunu ve mirasını devraldılar ve bu misyonun / mirasın varoluş alanını genişleterek dünya tarihinin tanık olduğu en muhkem, en muhteşem ve en mükemmel büyük medeniyet tecrübelerinden birini kurmayı / icat etmeyi başardılar. Osmanlılar, o vakitler Asya, Afrika ve Avrupa'dan ibaret olan dünyanın merkezine hakim oldular: Dünyanın kültür ve medeniyet tarihinin yaşandığı bu coğrafyada Osmanlılar, Mısır medeniyetinden Kuzey Afrika'daki Fenikelilere, Akdeniz'in ortasındaki Girit ve Yunan medeniyetlerinden, Mezopotamya, Pers ve Bizans medeniyetlerine kadar gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerin mirası üstüne oturdular. İslam'ın dışlayıcı değil kuşatıcı, nesneleştirici değil özneleştirici, ötekileştirici değil kendi'leştirici, asalaklaştırıcı değil asalet ve şahsiyet sahibi kılıcı kurucu / yaratıcı ruhunu ve dinamizmini eksene alarak hem bu medeniyetlerin miraslarından yararlanmayı, hem de bu coğrafyadaki farklı kültürlere ve dinlere mensup toplulukları yüzyıllarca adaletle, barış ve dayanışma ruhu içinde birarada tutmayı, yaşatmayı ve yönetmeyi başardılar.

Osmanlı tecrübesinin ne kadar yaratıcı ve orman kanunlarının yeniden hakim kılınmaya çalışıldığı günümüzün kaotik dünyasına pek çok bakımdan esin kaynağı olabilecek bir tecrübe olduğunu anlayabilmek için sadece şu gerçeği hatırla(t)mak kafidir: Aynı dine ve kültüre sahip olan Avrupalıların birbirlerini yedikleri bir zaman dilimi içinde Osmanlı, farklı dinlere, kültürlere, etnisitelere ve dillere mensup toplulukları veya kavimleri yüzyıllarca adaletle, barış ve dayanışma ruhu içinde birarada tutmayı, yaşatmayı ve yönetmeyi başarmıştır. Ki, bu nokta son derece önemlidir. Büyük İskender ve Endülüs tecrübesi dışında, Osmanlı tecrübesine benzer ve bu çapta başka bir tecrübe bilebildiğimiz insanlık tarihinde yaşanmamıştır.

Osmanlı tecrübesini Roma İmparatorluğu, Avrupa uygarlığı ile yeni-Roma olarak adlandırılan Amerika'nın bugün dünya üzerinde kurduğu hegemonya ile karşılaştırıldığında, Osmanlı tecrübesinin, tam anlamıyla anlaşılamamış ve aşılamamış bir tecrübe olduğunu artık günümüzün tarihçilerinin ve tarih felsefecilerinin kabul ettiklerine dikkat çekmek isterim. Burada Amerika'dan Japonya'ya, İsrail'den Avrupa'ya kadar Osmanlı tecrübesini anlamak konusunda son 40-50 yıldan bu yana gösterilen ilgi ve yapılan çalışmalarda büyük bir patlama yaşandığını hatırlatmakla yetiniyorum yalnızca.

Osmanlı'yı Roma, Avrupa ve Amerikan hegemonyası tecrübelerinden farklı ve üstün kılan çok önemli bir nokta var. O da şu: Roma, Avrupa ve Amerikan tecrübeleri (bu gazetenin yayın hayatına atıldığı ilk zamanlardan itibaren bizzat Batı'da yaşadığım tecrübelerden yola çıkarak dikkat çektiğim) iki temel üzerine kurulmuştur: Birincisi asimilasyon (eriterek / kendine benzeterek yok etmek), ikincisi de, asimilasyonun sonuç vermediği durumlarda ise, eliminasyon (açıkça yok etmek).

Peki neden asimilasyon ve/veya eliminasyon? Bunun nedeni, Roma, Avrupa ve Amerikan tecrübelerinin, dışlayıcı (exclusivist) olması; kuşatıcı ve kucaklayıcı (inclusivist) ol(a)mamasıdır. Batı'da ortaya konan bu üç tecrübe de, kendilerini merkeze alarak özne olarak; diğerlerini ise periferiye iterek nesne olarak konumlandırmıştır. Bu durum, Antik Yunan'dan bu yana Batılıların önce doğayı, sonra Tanrı'yı ve son olarak da insanı kontrol ve manipüle etmelerine imkan tanımıştır.

Bu durumun doğal sonucu olarak da önce sömürgecilik tecrübesiyle, ikinci dünya savaşından sonra da yeni-sömürgecilik veya küreselleşme yoluyla Batılıların dünyanın diğer kültürlerini tahrip etmeleri; Batı-dışı toplumları ve bunların kaynaklarını kontrol etmeleri ve kendi çıkarları, hegemonyaları ve güçlerinin pekişmesi doğrultusunda "türlü numaralar çevirerek" kullanabilmeleri sözkonusu olabilmiştir. Antik Yunan'dan bu yana Batı'da hakim olagelen "ya asimile olacaksınız, yoksa elimine edilmeyi göze alacaksınız" yaklaşımı, insanlığın kadim geleneklerinin, tecrübelerinin ve medeniyetlerinin zor ve şiddet kullan(ıl)arak yok edilmesine neden olmuştur. Toynbee'nin 20. yüzyılın başına gelindiğinde, insanlık tarihinde varolan 26 uygarlıktan 25'inin yok olduğunu veya yok edildiğini söylemesi her şeyi açıklamaya yetiyor olsa gerek.

Türkiye'nin de, dünyanın da hem Endülüs, hem de Osmanlı tecrübesinden alacağı çok önemli dersler var. Osmanlı gibi bir tecrübe icat etmiş kurucu bir aktör olan "Türkiye"nin Amerika'dan Japonya'ya, Avrupa'dan İsrail'e kadar Osmanlı'ya yoğun bir ilgi patlamasının yaşandığı bir zaman diliminde, bugün sanki böyle bir tecrübe üretmemiş gibi hareket ederek; elitlerle toplumu karşı karşıya getiren, toplumun dinamizmini sıfırlayan anakronik laiklik tecrübesini dünyaya model olarak sunmaya kalkışmasını neyle ve nasıl açıklamak gerekiyor? Kuruculuğumuzla mı, yıkıcılığımızla mı? Çarşamba günkü yazıda bu sorunun cevabını Başbakan Ecevit'in ABD seyahati dolayımında araştıralım.


21 Ocak 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED