|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin başdöndürücü ve değişken gündemi, bir süre önce bir grup meslektaşımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz Ermenistan ve Dağlık Karabağ gezisinin gözlemlerini aktarmayı geciktirdi. Bir ara, "III.Dünya Savaşı'na yol açabileceği' spekülasyonlarını beslemiş olan ve Afganistan bataklığının yanısıra Sovyetler Birliği'nin tükenmesinde çok önemli rol oynamış bulunan 'Dağlık Karabağ sorunu'nun boyutları, o topraklarda bulununca daha iyi anlaşılabiliyor. Neyin olabileceği ve neyin olamayacağı da… 11 Eylül sonrasının yol açtığı yeni 'jeopolitik ölçüler' ile 'stratejik parametreler'in Karabağ sorununun ve bu arada Güney Kafkasya'nın kaderini etkilememesi imkansız. Şu sırada, uluslararası dikkatlerin Asya alt-kıtasında (Keşmir üzerinde ve Pakistan-Hindistan ekseninde) ve Afganistan'da odaklanmış olması ve sırada Irak'ın bekliyor gibi görünmesi, bu arada Filistin-İsrail eksenindeki 'türbülans', Güney Kafkasya'daki 'sorun yumağı'nı marke ediyor gibi, ama asla ortadan kaldırmış değil. Bizim Ermenistan ve Karabağ'a gittiğimiz günlerde, boydan boya tüm Anadolu gibi, Ermenistan'ın Erivan'ın doğusunda başlayan ve Nahcıvan'ın yanıbaşında uzanan yüksek dağları ve Dağlık Karabağ'ın tümü bembeyaz bir kar örtüsü altındaydı. 2002 Ocak'ının Karabağ'daki dondurucu soğuklarında, günlük yaşamın ritmi de sanki doğmuş ve 'sorun' da kar altında kalarak gizlenmiş gibiydi. 4000 küsur kilometrelik, dağlık ama küçük bir toprak parçasının -üstelik toprakaltı ve topraküstü zenginlikler bakımından fazla bir değer taşımadığı halde- yakın geçmişte Sovyet imparatorluğu gibi koca bir yapıyı çatırdatacak ve bugün de 'çözülemez' ve 'aşılamaz' bir uluslararası sorun oluşturması inanılabilir gibi değil. Ama öyle. Hele dörtte birini teşkil eden Azeri nüfusundan sonra 120 binine inen nüfusunun bir bölümünü de ekonomik bunalımdan ötürü yitiren ve 80-90 bin Ermeni'nin 'ağır çekim film' seyredilircesine, hayatını sürdüren 'Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin bölgenin görece bir sapa noktasında, yolsuz yordamsız ve karla kaplı topraklarında sahip olduğu 'dünyadan tecrit yaşamı' ile Türkiye'yi, Ermenistan'ı, diaspora Ermenileri'ni, Azerbaycan'ı ve dolayısıyla Amerika'yı ve Rusya'yı kapsayan ve AGİT bünyesinde oluşturulan Minsk Grubu ile uluslararası boyutlarını daha da genişleten bir sorun hali, gözle görüldüğünde daha da garip bir 'paradoks'u ifade ediyor. Yokluk ve yoksunluk içindeki, nüfussuz Karabağ'ın merkezi Stepanekert'te (Hankendi) kalınabilecek doğru dürüst bir otel bile yok ama, adına otel denilen başınızı sokabileceğiniz buz kutularının tuvaletlerinde 'Duru' sabunları var! Dağlık Karabağ, bir 'stratejik değer' olmaktan ziyade, Azerbaycan ve Ermenistan (ya da Ermeniler) arasında 'tarihi' ve 'manevi-duygusal' bir bagaj. Dolayısıyla, bu özelliğinden ötürü çok derin ve 'irrasyonel' boyutları çok kuvvetli ve bu haliyle 'zero-sum game' (taraflardan birinin mutlaka kaybedeceği bir oyun) niteliği taşıyor. Çözümü, imkansıza yakın kılan da bu zaten. İşin ilginç yanı, 'romantik' addedilen ve bu yönüyle eleştirilere hedef olan Azerbaycan'ın eski Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey, Dağlık Karabağ sorununa en isabetli teşhis koyanlardan biriydi. Thomas Goltz, Azerbaijan Diary (Azerbaycan Günlüğü) adlı kitabında Ebulfez Elçibey'den naklen şu sözlerine yer vermişti: "Ermeniler'in Karabağ'a ilişkin tarihi iddiaları kaba bir toprak ele geçirmenin üzerini örtecek şekilde, Irak'ın Kuveyt üzerindeki iddiasını andırıyor. Avrupalılar, Alsace-Lorraine'e ilişkin olarak dar milliyetçi zihniyeti aşarak olgunlaştılar. AB üyesi ülkeler, gönüllü olarak, egemenliklerinin bir bölümünü daha büyük bütüne terkettiler. Niçin aynı şey Kafkasya'da olmasın? Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'ı birleştiren, onları ayırandan daha fazladır. AB, ortak Kafkas vatanı, bir gönüllü federasyon için örnek teşkil etmelidir." Şu sırada, 11 Eylül'ün küresel ölçekte ve özellikle Orta Asya-Hazar çevresi petrol yolları üzerinde yarattığı 'stratejik sonuçları' değerlendirmekten ve bu çerçevede Ermeni lobisinin etkisiyle, Amerika'nın Azerbaycan'a ambargo uyguladığı 907 sayılı kanunu yürürlükten kaldırmasını görmekten aciz 'Dağlık Karabağ Cumhuriyeti' yöneticileri, Elçibey'in sözünü ettiği ufku karartmış durumdalar. Ancak, 'Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin İstanbul'un küçük bir semti kadar nüfusu olan sakinlerinin yöneticilerine dudak kıvırmanın da pek anlamı yok. Zira, Karabağ, Erivan politikasını tayin ediyor. Örneğin, Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan, Stepanekert'li yani Karabağ'lı. Ömrünün tümünü orada geçirmiş ve Erivan'a gelmeden önce ise siyasi kariyerini 'Dağlık Karabağ Cumhurbaşkanı' olarak kurmuş birisi. Ermenistan'ı ise geniş ve kendi nüfusundan daha kalabalık ve üstelik daha etkili olan ve özellikle Amerika'da üslenmiş bulunan diasporadan bağımsız düşünmek de zor. Dağlık Karabağ, özünde, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin önünün açılmasını da engelleyen temel faktör. 'Soykırım' iddiaları ve konusu değil. Bu, bir aldatmaca. Esasen, Erivan'da görüştüğümüz Ermeniler, 'soykırım'ı Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gelişmesi, yani diplomatik ilişkilerin kurulması ve sınır kapılarının açılması için bir 'ön şart' olarak görmediklerini sürekli vurguluyorlar. Bu arada, Türkiye'nin Ermenistan politikasında Azerbaycan'a bağımlı davrandığından ötürü şikayetçiler. Azerbaycan'ın Ermenistan'la sorunu ise, Karabağ… Türkiye'nin şu 'konjonktür'de ve hele Azerbaycan ordusunun kurulması ve eğitilmesini üstlenmişken, Baku'nun 'Karabağ duyarlılığı'na sırt çevirip, Ermenistan'la ilişkilerini normalleştirmesini beklemek gerçekçi gözükmüyor. Üstelik, bu, Karabağ sorununun çözümüne yardımcı mı olur, yoksa daha da zora mı sokar; tartışmaya değer. Türkiye'nin 'dolaylı taraf' sayılabileceği 'Dağlık Karabağ sorunu' nasıl çözülebilir ve bu Türkiye'nin ve bölgenin geleceği açısından nasıl bir 'stratejik anlam' taşır? Bunu, yarın tartışalım…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |