|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin Başbakanı'nın şu sırada Bülent Ecevit olmasının, Filistin lideri Yasir Arafat için özel anlamı olmalı. Bundan 15 yıl önce 'Güneşin Yedi Rengi' adıyla çıkan kitabımın 'Arafat: Bir Buruk Serüven' başlıklı bölümünde yer alan aşağıdaki satırlar, bunun nedenini açıklayabilir: "… En tilki, en acımasız gözükmesine, siyasetin gerçekçiliğinin sınır tanımaz bilinen katı kurallarına, 'Realpolitik'in şaşmaz hükümlerine rağmen bir siyaset adamının vefalı olabileceğini de onda görmüştüm. 1982 Ocak ayının ilk günleriydi. Alışılmış buluşma saatinde, gece yarısından sonra karşısındaydım. Doğu Almanya'dan, tedaviden yeni dönmüştü. Bel kaymasından ötürü çenesininin altına kadar bir boyunluk takmıştı. Izdırabı yüzünden okunabiliyordu. Odaya girmeden önce refakatindekiler 'Çok yorgun ve hasta. Lütfen fazla kalmayın içeride. 15 dakika sonra müsaade isteyin' diye uyarmışlardı. Odaya girdikten sonra ilk sözüm Bülent Ecevit'in kendisine selamını iletmek oldu. Yüzü ışıldadı. Askeri yönetimin haklarını kısıtladığı, konuşması yazması yasaklanmış eski Türk Başbakanı'nın sağlığını, esenliğini sordu. Ecevit'i seviyordu. Çünkü Filistin Kurtuluş Örgütü onun Başbakanlığı sırasında Türkiye'de temsilcilik açabilme imkanını elde etmişti. Türkiye'ye ilk kez onun konuğu olarak gelmişti. Türkiye'nin yeni rejimiyle de davasının ihtiyaçlarından ötürü iyi ilişkiler kurulması Arafat için elzemdi. Ama yine de Ecevit'e karşı bir vefa borcu olduğunu hissetmekten kendini alıkoyamıyordu. Konuştu, konuştu ve konuştu. Bir saattir yanındaydım. Odayı terkederken kucaklaşıp vedalaştık. Görüşmede hazır bulunan sözcüsü odadan çıkmıştı. Tam ben de odadan dışarı adımımı atarken 'hişt' gibilerden kısık bir sesle durmamı istedi. Durup döndüm. Ayağa kalkmış bana doğru ilerliyordu. Elini omzuma attı, eğildi. Yine vedalaşacağımızı sandım ve pek anlam veremedim. Oysa kulağıma eğilip fısıldadı, 'Ecevit'e söyle. O benim kardeşimdir. Ne istiyorsa, ne gerekiyorsa, ne yapabileceksem bileyim yeter. Emrindeyim.' Bu bir nezaket ve zerafet jesti mi diye yüzünü süzdüm. Hayır. Gayet ciddiydi. 'Ona bir hediye göndereceğim' diye ekledi. Beyrut'tan ayrılmadan önce bir Filistin Kurtuluş Örgütü yetkilisi Arafat'ın iyi dileklerini el yazısıyla ifade ederek imzaladığı, Filistin tarihini yansıtan bir pul koleksiyonu kitabını Ecevit'e iletmem için bana verdi." Arafat ile Ecevit arasındaki 'karşılıklı olumlu duygular'ın iki siyasi şahsiyet arasındaki 'yakın tanışıklık'ın ötesinde olduğunu biliyorum. Arafat'ın birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Bülent Ecevit'ten talep ettiği 'İsrail kuşatmasının kaldırılması için yardım', bir yönüyle Türkiye'den istenmiştir ama özellikle Ecevit'in Başbakan sıfatını taşıyor olmasının, kendisinde uyandırdığı bir güven ve cesaret de söz konusudur. Bu bakımdan, Bülent Ecevit'in Arafat'a destek olmak için içten bir gayret göstereceğini tahmin edebiliyorum. Nitekim, Ecevit, önceki gün Bulgaristan ziyaretine giderken "Sayın Yasir Arafat'ın yardım isteği üzerine, geziden döner dönmez gerekenleri yapacağım" demiştir. Ecevit, Arafat'ın 'acil yardım' çağrısına ilişkin olarak, "Tabii girişimde bulunacağız. Bu konu üzerinde ABD ziyaretim sırasında özellikle durmuştum. ABD'nin mutlaka İsrail'deki duruma müdahale etmesi, etkili bir çözüm getirmesi gerektiği üzerinde durmuştum. Şimdi Sayın Arafat'ın yardım isteği üzerine, geziden döner dönmez gerekenleri yapacağım" diye eklemiştir. Aradan geçen süre içinde, AB'nin ve BM'nin Arafat'ı arkalaması ve Washington'a Arafat'ın Filistin halkının 'seçilmiş' lideri olduğunu hatırlatmaları, Ecevit'in üzerinde hareket edebileceği zemini güçlendirmiştir. Ecevit, Arafat'ın 'demokratik meşruiyeti'ni vurgulayabilir ve Türkiye'nin 'AB aday üyesi' olduğunu gözönüne alarak, Washington'a yönelik 'siyasi çıkışı'nı AB ile koordine edebilir. Etmelidir de. Ankara'dan bizim kulağıma gelenler, bu 'olgular'ın farkında olunmadığı sinyallerini verdi. Ankara -ne anlama geldiği her vakit net olamıyor- İsrail'in (yani Sharon'un) Arafat'ı devirme politikasında çok kararlı gözüktüğünden dem vuruyor; Amerika'da Başkan Bush ve Başkan Yardımcısı Cheney'in Arafat'a karşı sert çıkışlarına dikkat çekiyor ve bu yüzden Türkiye açısından 'devreye girebilecek bir durumun olmadığına' hükmediyor. 'O' Ankara,Türkiye'nin 'hareketsizliği'ne bu tür 'meşruiyet gerekçeleri' üretme gayreti içinde. 11 Eylül'den sonra, hiçbir özel anlamı ve gereği yok iken, Washington ya da İslamabad yerine apartopar Kudüs'e koşan İsmail Cem, tam da şimdi o bölgeye gitmesi gerekirken ortalarda yok. Şubat ayında Türkiye'de AB ile İKÖ'yü buluşturarak, 'Medeniyetler Çatışması'nı önleme konferansına önayak olmayı akıl edebiliyor. Oysa, Dışişleri Bakanlığı, bir 'entelektüel faaliyet merkezi' değil 'dış politika üretme kurumu'dur. Arafat'ı bertaraf etmek yönünde hareket eden bir İsrail ve buna 'yeşil ışık' yakma eğilimindeki Amerikan politikasının önüne dikilmekten daha anlamlı bir 'Medeniyetler Çatışması'nı önleme politikası' olabilir mi? Türkiye, bu konuda üzerine düşeni yapamazsa 'bölgesel güç' sıfatının bizler için bir 'iç tüketim malzemesi' olmaktan ötürü ne değeri olabilir? Türkiye, hani 'dünya devleti' idi? IMF'den gelecek para hesapları ve 'terörizm' tanımında Amerika'ya yakın durmanın veya İsrail'e cömert ve denetimsiz 'askeri ihaleler' vermenin yolaçabileceği 'teslimiyet ruhu', Türkiye'nin 'bölgesel güç' hayallerine ve bu arada dış politika da ters düşeceği için 'AB perspektifleri'ne gayet pahalı biçimde malolabilir. Türkiye'nin elindeki 'kozlar', tam da ve 'paradoksal biçimde' Ankara'da bazılarının içine girdikleri 'teslimiyet'in gerekçelerinden kaynaklanıyor. Amerika'nın 'yeni uluslararası güvenlik mimarisi'nde ve bunun 'ideolojik-kültürel harcı' olarak Türkiye'ye duyduğu 'ihtiyaç', Ankara'nın 'bir politika sahibi olması halinde', kendisini Washington'a etkili biçimde dinletebilme şansını sağlıyor. Aynı şekilde, 'askeri ihaleler' de, Türkiye'ye, İsrail'e kendini 'dinletme' ve 'hesaba aldırma' kozu veriyor. Sorun, Türkiye'nin 'dış politika felsefesi'nde. Bunun, tepeden tırnağa gözden geçirilmesinde yarar var. Bu yapılırken, Türkiye'nin bir başka 'koz'u, Ecevit'in -Arafat'ın başvurduğu- 'vefa duygusu'nun politikaya dönüşebilmesi olacak… 'Vefa' kavramı da, bir ülke için 'tarihi, kültürel ve vicdani nedenlerle' bir 'dış politika misyonu' haline gelebilir ve böylece 'Realpolitik' değeri kazanabilir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |