|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Demokrasi" ve "güvenlik" arasında sıkışmak ve bu sıkışıklığı aşmak üzere modeller üretmek, dünyanın geleceğinde söz sahibi olacak tartışmaların başında geleceğe benziyor. Bir yandan demokrasinin terör tarafından tehdit edilmesi söz konusu, öte yanda ise demokrasiyi korumak adına gündelik hayatın terörize edilmesi. Bu ikisi arasında askıda duran ise modern siyasetin kazanımlarıdır. Bu kazanımları korumak adına güvenlik tedbirlerini artırmak bir yanda duruyor, güvenlik tedbirlerinin biraz daha artmasına bağlı olarak iyice operasyonelleşecek olan asayiş mantığının modern siyasetin kazanımlarını bir başka şekilde yutma tehlikesi öte yanda duruyor... Davos zirvesi sebebiyle alınan güvenlik tedbirlerinin 11 Eylül sonrasında operasyonelleşen asayiş mantığı ile örtüşmesi her şeyi daha bir çıplaklaştırıyor. Davos ve benzeri organizasyonlara karşı Seattle'dan beri yapılan protestolar bu sene de olacak. Fakat 11 Eylül sonrasında bu protestolara yaklaşım, anti-kapitalist ve anti-globalist protestoların genel çerçevesinde mi ele alınacak, yoksa terörün nüfuz edebileceği bir zemin olarak mı görülecek, bu nokta net değil. Uzun süre de netleşmesi zor görünüyor. Hatta hem ABD'nin, hem de ABD dışındaki güçlerin bu noktanın "belirsiz" kalması üzerine bir politika planladıkları görülüyor. Davos zirvesinin yapılacağı otele aracımız yaklaştığında, ancak geniş bir tur atarak otele belli bir mesafede duran güvenlik çadırına arabamızla girdik. Arabanın aranması ve kimlik kontrollerinden sonra otelin irtibat noktasına ulaşılabiliyor. Otele en az iki yüz metre uzaklıktaki noktalar tamamen polis kontrolü altında. Geçen senelerde Davos, bir köyün tamamen kapatılması yoluyla belli bir doğal güvenlik ağı içinde yapılabiliyordu. Bu sene ise New York'un tam ortasında bir otelde gerçekleşecek. Zirveye karşı yapılacak protestoların terör tehlikesi sebebiyle daha farklı bir düzlemde ele alınacağı ve daha yoğun bir markajla bastırılacağı şimdiden belli oluyor. Bu noktada, "doğal protestolar" ile "terör" arasındaki mesafenin kendiliğinden kısalmasına yol açan bir algının giderek azdığını belirlemek mümkün. Eğer terör korkusu yüzünden küreselleşmeye karşı yapılan protestolar her zamankinden daha farklı bir düzlemde ele alınmaya başlarsa, bu durumda terör korkusu yüzünden doğal muhalefete bile tahammül edemeyen bir noktaya ötelendiğimiz gerçeğiyle karşılaşacağız. Bu nokta ise terörün kazanımı olacak kadar riskli bir noktadır. Çünkü bu noktaya gelindiği zaman modern siyasetin kazanımları, asayiş mantığı uğruna feda edilmiş olacaktır. New York bu kadere "şahitlik" eden bir siyasi sembol olarak duruyor dünyanın ortasında. 11 Eylül'e kadar New York ABD'den çok dünyaya ait bir şehir, bir fenomen olarak ele alınmıştır. New York o menfur olayın gerçekleştiği güne kadar ABD'li olmaktan çok dünyalıydı. Bu nedenle de herkesin malı olarak değerlendirilirdi. 11 Eylül'den sonra ise en çok New York'ta ABD'nin içe kapanmasının izleri görülüyor. Düne kadar dünyanın harman yeri olan bir şehir, bugün süper gücün kırılmış gururunun öfkeli yüzünü yansıtmaya zorlanıyor. Oysa herkesin beklediği şey, belki de en çok New York'un temsil edebileceği bir şey: teröristleri cezalandırma konusundaki kararlılığın aynı oranda demokrasiyi, gündelik hayatın demokratik örgütlenmesini ve modern siyasetin kazanımlarını koruma noktasında da gösterilmesi, bu iki eğilimin birbirine feda edilmemesi. Gelecek her gün daha dinamik bir tarzda şekilleniyor. Hangi eğilimin baskın çıkacağını görmek için daha çok izlemek gerekiyor. Bunun için en iyi yol da, New York'un biraz hüzünlü, ama çokça mağrur yüzünün nelere tanıklık ettiğine tanıklık etmek.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |