T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Yöneticinin kalbi olmalı

Şimdiki yöneticiler iyi yönetimden, kalbi olan bir yönetimden o kadar korkuyorlar ki, oysa katılım, yetki/sorumluluk paylaşımı organizasyonların verimliliği için vazgeçilmez şarttır.

Türkiye'de merkezî yönetimin kalbi yok. Olsaydı, son on yılda mükemmel yönetilen çoğu büyükşehir belediyelerinin gelirlerine el koyma anlamına gelen yasalar çıkarmaya kalkmazdı. İyi yönetimden, kalbi olan yönetimden o kadar korkuyorlar ki, bu tür yöneticilerin bir daha seçilmemesi için akla hayale gelmeyecek oyunlara girişiyorlar.

Acaba benzer durumlar ekonomik örgütler, yani şirketler için de geçerli değil midir? Oralarda da sayısız etkisiz yönetici, iyi yöneticilerin yolunu tıkamıyor mu?

Katılım ve yetki/sorumluluk paylaşımı bütün organizasyonların verimliliği için vazgeçilmez şarttır. Sadece verimlilikleri için değil, aynı zamanda meşruiyetleri için de! Özellikle iş (veya siyaset) hayatının kaosa sürüklendiği ortamlarda, yönetimde paylaşımcılık (isterseniz demokrasi deyin) zorunludur. Son çeyrek yüzyılda işletme literatüründe en sık kullanılan kelimelerin empowerment (yetkilendirme), delayering (kademeleri yoketme), decentralizing (adem-i merkezileştirme), flattening (düzleştirme).. olması rastlantı değildir. Gücü paylaşmadan, örgütleri yönetemezsiniz.

Peki, katılımcı bir şirketin yönetim kurulu ne gibi özelliklere sahip olmalıdır? Çağdaş bir yönetim bilgini, yönetim kurullarının uzun vadede etkili ve başarıla olabilmeleri için şu dört ikilemi aşmaları gerektiğini söylüyor:

1. Yönetim Kurulu bir yandan şirketi basiretli denetim altında tutarken eşzamanlı olarak, girişimci olmalı, şirkete hamle üstüne hamle yaptırmalıdır.

2. Yönetim Kurulu günlük işleyişe fazla müdahil olmamalı, fakat şirketin gidişi hakkında yeterli bilgiye sahip olup faaliyetlerin sorumluluğunu üstlenmelidir. Nesnel, uzun-vadeli bir bakış açısına sahip olmalıdır.

3. Yönetim Kurulu kısa vadeli, yerel baskılara duyarlı olmakla beraber, daha geniş ölçekli ve çoğu zaman uluslararası mahiyetli trendlerin takipçisi olmalıdır.

4. YK başta karlılık olmak üzere şirketin ticari ihtiyaçlarına odaklanırken, işgörenlerine, işbirliği yapılan örgütlere ve bütün topluma karşı sorumluluk içinde hareket etmelidir. (Bob Garratt: The Fish Rots from the Head [Balık Baştan Kokar], London: HarperCollins, 1996.)

Osmanlı yönetim anlayışı

Yukarıdaki fikirler Osmanlı siyaset literatürüne aşina olanlar için pek tanıdık gelecektir. Mesela, onyedinci yüzyıl sonlarının kaotik siyasi ortamında, Koçi Bey lakaplı bir Osmanlı düşünürü Sultan'a devlet yönetiminde bir tür 'sorumlu esneklik' öneriyordu. Bunu yaparken de, çok ince bir siyasetle, Acem Şahı'nın bu hususta Osmanlıları örnek aldığını vurguluyordu:

"Şah Abbas hükümdarlığının başlangıcında vezirlerini, vükela ve bilginlerini toplayıp, 'Osmanlıların yüce sultanları bu derece kuvvet, kudret, şevket bulup, hadsiz ve hesapsız memleketlere malik olup, bizim zaif ve iktidarsız olmamızın sır ve hikmeti nedir?' diye sual eyledi. Onlar da birkaç gün mühlet isteyip, tenhalarda toplanıp konuştular. Hepsinin kanaat ve fikri şu hususta birleşti: Osmanoğlu padişahlarının bu kadar memleketler zaptetmelerinin hikmeti budur ki vezirlerinden birisi vezir-i azamlık makamına oturunca, istiklal yuları eline verilip, saltanat işlerine ondan başkası karışmaz. (Yetkilendirme tam olur!) Memuriyet ve makam sahipleri günahsız yere azlolunmaz. Halktan zulüm ile bir akçe alınmaz. (Yöneticiler, işgörenlerine ve topluma karşı sorumlu davranırlar!)"

Kalp iyi olursa, vücud da iyi olur

Koçi Bey, risalesinin dibacesinde Kanuni'ye kadarki padişahların "bizzat Divan-ı Hümayun'da hazır bulunup, memleket ve millet, hazine, para ve diğer büyük küçük işlerle tam manasıyla meşgul olduklarını" belirtiyor.

"Her biri zamanında nice memleketler fethedip, hesapsız ganimet malları ile camiler, tekkeler yapıp, şevket-i İslam ve revnak-ı din günden güne ziyade olmakta idi. (Sultan bir yandan devleti basiretli denetim altında tutarken, eşzamanlı olarak girişimci olup, devlete hamle üstüne hamle yaptırıyordu!) Sancak beyleri, beylerbeyleri yirmişer, otuzar yıl yerlerinde kalırlardı.

"Kudret ve kuvvetleri yüksek olup, nice erlikler ve mertlikler gösterirlerdi. (Sultan günlük işleyişe fazla müdahil olmuyor, fakat umumi gidiş hakkında yeterli bilgiye sahip olup faaliyetlerin sorumluluğunu üstleniyordu!) Dar-ül İslamın etrafında, bir köşede düşman görünse dahi, haberi padişah katına gelmeden devletsiz kelleleri Divan-ı Hümayun önüne ulaşırdı. (Sultan geniş ölçekli ve çoğu zaman uluslararası mahiyetli trendlerin takipçisiydi!)"

Koçi Bey sözlerini, bugün bütün yönetim kurulu odalarının duvarını süslemesi gereken bir aforizmayla noktalıyor. Buradaki 'padişah' kelimesi yerine ister patron, ister genel müdür, ister başbakan yazın; örgütünüz ister otokratik, ister demokratik olsun, farketmez: "Nizam-ı alem padişahların mübarek kalplerine bağlıdır. Padişahlar alemin kalbidir. Kalb iyi olunca vücud da iyi olur."


10 Şubat 2002
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED