|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye, karakteristik sosyolojik özelliği itibariyle; devletçi bir toplum tipine girer. Şimdiye kadar görülen çeşitli siyasi hareketler ve değişimler, devleti yönlendiren güçlerin bir tasarımı ve uygulaması olarak karşımıza çıkmıştır. Halkın gücü, oldukça sınırlı olup; Osmanlı'dan gelen "devletin saygınlığı ve ağırlığı" görüşü, kendisini fazlasıyla hissettirmektir. Toplumsal hareketler, geçici ve cılız bir seyir izler ve yönetimleri korkutmaksızın, polisiye güçlerin fiili güç kullanarak bastırmalarıyla sona erer. Vatandaşın sıkıntı ve problemlerini anlatabileceği tek yol olan hukuki sistem; ağır ve devletin kontrolü altında işlediğinden, halkın haklar konusundaki beklenti ve psikolojisi, batıdakilerden oldukça farklıdır. Bir toplumda, halkın desteği ve onayı alınmaksızın siyasi yönetimi sürdürmek; belki yöneticiler için kolay görünebilir. Ama bu durum, ülke ve devlet sisteminin geleceği açısından da sayısız riskler taşır. Halktan fikri, ekonomik ve psikolojik destek alamıyan yönetimler; tedirgin, verimsiz ve huzursuz bir geleceğin sahibi olurlar. Devlet-toplum kaynaşmasının zedelenmesiyle çok yönlü problemler meydana gelir. Türk yönetim sistemi, bütün bu gerçeklerle etkin olmayan konumunu karşı karşıya kalmasına rağmen; ülkenin dış etkilerin belirleyiciliği ve bazı grupların güdümünde varlığını sürdürmesi gerçeği değişmemekte ve halkın itibarı, ciddiye alınmayan bir vakıa olarak kalmaktadır. Son aylarda, Türkiye'nin devletçi görünümü az da olsa sarsan bazı toplumsal hareketlere şahid olmuş bulunuyoruz. Bunların ilki, doğalgaz olayında ortaya çıktı. Toplumsal tepki, basını ve bazı resmi kurumları etkileyici bir noktaya geldi ve devletin biraz da olsa geri atmasına yol açtı. İkinci ciddi tepki, hürriyetleri sınırlandıran 312'nci maddede kendisini gösterdi. Demokratik hakları geriye götüren bu hukuki daraltma çabaları, yine halkın örgütlü tepkisi ve basın ile sivil örgütlerin çabası ile, kısmen de olsa önlendi. Üçüncü ve en dikkati çeken toplumsal tepki, Cumhurbaşkanı Sezer'in Afyon gezisi sırasında, tipik devlet adamı tavrına karşı gösterilen sosyal duyarlılık hareketi olmuştu. Deprem mağdurları, sadece kendilerine kuru laf ile telkinde bulunan yönetici tavrına karşı, yoğun bir heyecan ve hak arayışı ile tepki gösteriyordu. Hem de devletin en tepesindeki kişiye karşı.. Bu tepkilerin temelide; onurları zedelenen, toplumsal kader hakkında fikri sorulmayan, emir ve direktif verilmekten başka kendisiyle bir ilişki kurulmayan ve tek kelime ile demokratik hakları elinden alınmış halk kitlelerinin haykırışı yatmaktadır. Bugün hemen herkes anlamıştır ki, halk; kendi gücünün farkına varmış ve yılların getirdiği suskunluk ve hak aramayışın getirdiği; anlayışsız ve duyarsız yönetim anlayışı gerçeği, bütün netliği ile ortaya çıkmıştır. Bundan sonra yapılacak tek şey; demokratik hakları bilerek veya farkında olmaksızın geçersiz kılan görüş ve kalıpları değiştirmek ve onları, bazı siyasilerin insafına terketmemektir. Aslında bu tür bir yaklaşım, muhtemel yanlış adımları da önleyecek ciddi bir "sosyal sübap" olarak görülmeli ve devletin bekası açısından teşvik edilmelidir. Bakalım, halkın bu sosyal bilinçlenmesi; gelecekteki korkularımızı ne derece ortadan kaldırabilecek bir etkinliği hareket ettirecek.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |