T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Durup dururken propaganda yemek

Durup dururken kendinizi bir miting meydanında buluverirsiniz. Esasında minibüse ya da vapura bindiğinizi sanmaktasınızdır. Yanılmaktasınızdır. Siz karanlıkta öylece oturmaktayken -başınızdaki örtüdür karanlığınız- birileri sizi aydınlığa çıkarmak için dişini tırnağına takar. Önce korsan konferansın içine düşersiniz. Siz sustukça dinlendiğini sanır korsan konferansın sahibi. Hani manevi mertebesi kuvvetli bir zatın önüne diz çöküp oturmuş haddini bilmezin biri. Diz çöküp oturmuş ama oturuş her ne kadar diz üzere olsa da konuşmanın mayası karşıki dağları ben yarattım edasında sürmüş gitmiş. Enaniyeti okyanuslar misali kabaran adam bir ara kendine gelmiş de şeyh efendiye dönüp "kusura bakmayın başınızı ağrıttık" demiş. Cevap muhteşem: "Niye ağrısın başımız, dinlemedik ki!"

Vapurdayım. Yeni Şafak gazetesinden dönüyorum. Onca yol gözüme hiç gözükmüyor. Dost meclisinden çıkmış olmanın hafifliği var üzerimde. Ben hafifim lakin çantam ağır. Son altı ayın matbuatı var. Gelen dergileri sıraya koyuyorum. Okuyacaklarım. Bakacaklarım. Bakıp saklayacaklarım. Bakıp saklamayacaklarım. Karşımda kim oturuyor, yanı başımda kim? Farkında bile değilim. Bir ara başımı kaldırıyorum. İki elim kanda olsa bakmaya doyamayacağım manzara için. Yavaş yavaş ayrılıyoruz iskeleden. Deniz yakamozlanıyor. Kendimi unutacağım bir müddet. Olmuyor. Karşımda oturan yaşı 60'a varan ama genç bir hanımla evli olduğu için kendi yaşını da karısının yaşının paydasında eşitleyen adam ha babam çantamdan dergi çıkarmamdan kendince bir anlam üreterek "Belediyenin mi? Bakabilir miyim?" diye soruyor. Belediyenin değil. Dergi. Tekstil dergisi üstelik. Beni hiç ilgilendirmeyen cinsten. Adam büyük bir ciddiyetle okumaya başlıyor. Ben adamın ciddiyetini yanlış yorumluyorum. Hüsnüniyet ile. Ekonomik kriz. Geçim sıkıntısı. Belli ki adam eskiden sıkı bir dergi okuyucusu imiş. Büyük bir aşkla okuyor elindekinin bir tekstil firmasının tanıtım bülteni olduğunu farketmeden. Adamın hali içime dokunuyor. Firma bülteni yerine sıkı bir araştırma dergisi uzatıyorum. Hanımı kapıyor bu defa. Okuyucudan ziyade namaz kılan annesini taklit eden küçük kız duruşunda tutuyor dergiyi. Dergiden çıkan CD'yi uzatıyor. Sizde kalabilir demem üzerine onların çaprazında oturan 20-25 yaşlarındaki yağız Anadolu delikanlısı CD'ye talip oluyor. Çantamdaki bütün dergilerin CD'lerini delikanlıya uzatıyorum. Geminin içinde etrafına dergiler, CD'ler dağıtan promosyon görevlisi durumuna düştüğümü kendi kendime itiraf etmemek için olağanüstü gayret gösteriyorum.

Yaşı 60 dolaylarındaki adam "Size bunlar hep mi gelir?" diye soruyor. Başımı sallıyorum. Yetmiyor. "Niye geliyor?" diye soruyor. Sorudan niye bize değil de size geliyor manasını çıkarıyorum esasında. Ama dost meclisinden çıkmışım. Üstelik beni Bayrampaşa'dan Eminönü'ne bırakacak kadar incelik gösteren bir dost meclisinden çıkmışım. Hüsnüzannım hiç yıpranmıyor. Yaşı 60 dolaylarındaki adamın öküzün altında buzağı arayan davranışlarını hiç fark etmiyorum. Sırf bir tatsızlık çıkmasın diye kimselerin duyamayacağı kadar kısık sesle "Ben yazarım. Bunlar gazeteye geliyor" diye cevap veriyorum. Sanki görevim burnunu her şeye sokan adamın sorularına cevap vermek. Hüsnüniyet yakamı bırakmıyor. Bu yaka bana dar geliyor. Adam demir atmıyor soru limanına bir türlü. Pupa yelken gidiyor, sordukça soruyor. Her soru tasnif kokuyor esasında. "Yazı yazmak için teknik donanımınız var yani..." Ben niye bu kadar sabırlıyım. Ben bu adamın sorularını niye bu kadar ciddiye alıyorum. "Sosyoloji doktoruyum."

Tuhaf bir iklim yayılıyor adamdan. Hissediyorum. Denize doğru bakmaya çalışıyorum. Deniz kıpır kıpır. Deniz deli ve asi. Adam biraz önce aldığı dergiyi geri uzatıyor. "Sizde kalabilir." "Bizi mahçub ettiniz." Bak ne kibar adammış. Biraz önce düşündüğüm her şeyden pişmanım. Zihnimin kıvrımlarına kir birikti zannediyorum adam hakkında öyle düşündüm diye.

Aramızdaki sorgulayan sahne bitti diye şükretme makamına geçmek üzereyim. Adam susmuyor. Beni iğrendiren o propaganda ağzı, yüzündeki müstehzi ifade... Vapurda oturmuyor da sanki Ateş-Kömür hattı formatlı bir canlı yayına çıkmış: "Bakın Atatürk Türkiye'sinde okumuş kültürlü biri olmuşsunuz da etrafınızı aydınlatıyorsunuz. Bundan mutluluk duymalısınız."

Bundan nefret ediyorum. Korsan konferanslardan. Durduk yere propaganda yedirmeye kalkmalardan. Nerede duracağını bilemeyip de gelip başınıza tüneyenlerden. Hüsnü niyet mintanının yakası parçalanıyor. "Çok mutluyum. Bana tanınan seçme hakkından. Tek şıklı."

Adam o vakte kadar her sorusunu sakin sakin, üstelik gereksiz bir anlayış içinde cevaplamış kadından bu davudi frekansı hiç beklemiyor. Şaşkınlığı kısa sürüyor lakin. Kaldığı yerden devam etmek istiyor.

"Yeni Oluşum bütün bunları çözecek!"

Kamusal alan nezaketinden mahrum insanların birilerinin gelip herşeyi çözeceğini vaat etmeye kalkmasından nefret ediyorum. "Yeni Oluşum size nezaket de öğretecek mi?


19 Temmuz 2002
Cuma
 
FATMA K. BARBAROSOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED