AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bunları söyleyen büyük tarihçi Halil İnalcık mı?

Prof. Halil İnalcık'a saygı duymayan var mı? Osmanlı Tarihi söz konusu olunca dünyada ve bizde bu ünlü tarihçimizin adını kim hatırlamaz?.. Anlaşılmaz bir yayın politikası sonucunca değerli çalışmaları epeyce gecikmeyle Türkçe'ye kazandırılıyorsa da, bu değerli profesörün adı uzmanlık alanları "tarih" olan kesimin dışındaki okurlarca da epeyce biliniyor.

Ancak, birçok insan için olduğu gibi, Prof. İnalcık'ı da bir "bütün" olarak değerlendirmemizin doğru olmadığı kanaatindeyim. Yani, büyük bir Osmanlı tarihçisi olan İnalcık ile, içinde bulunduğumuz zamanı yorumlayan İnalcık'ı birbirinden ayırarak değerlendirmemiz gerekiyor. Bu ayrımı yapmaya mecburuz, çünkü aksi takdirde, İnalcık'ın bir tarihçi olmak bakımından haklı olarak gördüğü büyük kabul, aynı kişinin bugünün meseleleri hakkında yürüttüğü fikirlerin cılızlığından dolayı sarsılma tehlikesiyle karşı karşıya... Bir tarafta şu kadar on yılın birikimi olan bir "bilgi hazinesi", diğer tarafta ise neredeyse, aralarında eski MGK Genel Sekreteri, eski Cumhuriyet Başsavcısı ya da eski Anayasa Mahkemesi Başkanlarından birisi gibi bazı emekli şahsiyetlerin millete fazlasıyla dinlettikleri nutukları hatırlatan bir "ideoloji hazinesi"!

Haklısınız; manzarayı çok şaşırtıcı buluyorsanız haklısınız... Gerçekten de, değerli çalışmalarıyla bize Osmanlı'yı öğreten ünlü tarihçi İnalcık ile, Kültür Bakanlığı'nın 2003 Sanat ve Kültür Büyük Ödülü'nü alması dolayısıyla dinlediğimiz konuşmayı yapan İnalcık aynı kişi olabiliyor. Bir tarafta kendisine ancak hayranlık duyulabilecek tarihçi İnalcık, diğer tarafta Türkiye'de ancak "tutucu" çevrelerin yüzünü güldürebilecek bir "retorik"in sözcüsü İnalcık...

Biliyorum, bu yazdıklarım pek çok insanın canını sıkacak; ama ne yaparsınız ki, çok hem de çok şaşırtıcı olmasına rağmen önümüzdeki manzara aynen böyle...

Halil İnalcık'ın sözünü ettiğim ödül dolayısıyla yaptığı konuşma ile TÜBA'nın (Türkiye Bilimler Akademisi) internet sitesinde karşılaştım. Konuşma metninin tamamı Akademi'nin "Günce" adlı dergisinde yayınlanmış. İnalcık'ın konuşması, bütününde, (hatibin kendi ifadesiyle) şu anafikir etrafında örülmüş bir konuşma: "Türkiye, dünya milletleri arasında yalnız bir ülkedir. Tarihten gelen dinmez bir husumetin daima hedefi olmuştur, olmaktadır."

Bu satırları okuyunca siz de benim gibi "Haaa, fazla söze gerek yok, mesele anlaşıldı!" dediniz mi bilemem, ama ben aynen böyle dedim! Haksız mıyım, "Bu dünyada Türkün Türkten gayrı dostu yoktur!" dedikten sonra nereye kadar yolalabileceği artık belli değil midir? Madem Türkiye "tarihten gelen dinmez bir husumetin daima hedefi olmuştur, olmaktadır", o halde sadece komşularını değil, senin dışındaki bütün dünyayı da düşman belleyip ona göre davranacaksın; siyasetin, ekonomin, hukukun, idaren, fikrin, düşüncen, daima sana göre olacak ve bu yolda seni eleştirenlere kulak asmayacaksın. Çünkü onlar senin zaten "tarihten gelen" düşmanların, hiç senin hayrına olan bir şeyi isterler mi? Dolayısıyla endişelenme, bunları kendine dert etme, bildiğin yolda kaz adımlarıyla ilerlemeye davam et....

Biliyorsunuz; bugüne kadar bu tür bir "ideoloji"nin sözcülerini çok dinledik. Ama şimdi görüyoruz ki, ünlü tarihçimiz de "bilim"i filan bir kenara itip bu koroya katılmış. Ne kadar üzücü, ne kadar hayal kırıcı bir katılım...

İnalcık, ortaya attığı "Avrupa'nın bugüne kadar Türk Devleti'ne karşı bu bakışı ve tutumu gerçekten değişmiş midir? Yoksa eski zihniyet ve alışkanlıklar, yeni tertipler örtüsü altında devam mı ediyor?" sorusunu bakın nasıl cevaplıyor:

"Tarihçinin gözlemi şudur: Batı bugün de Türkiye'yi kendi politikaları çizgisinde yürümeye zorlamak için, etnik ayrılıkçıları kışkırtmak, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi, müdahaleci, vesayetçi, baskı metotlarını başka bir kamuflaj altında devam ettirmek peşindedir. Bugün ABD dahil Avrupa politikası, Ermeni iddialarını açıkca desteklemiyor mu? Bir bölüm vatandaşımıza sahip çıkarak, dışarıda onların yıkıcı organlarını himayeleri altında tutmuyor mu? Onbinlerce vatandaşımızın hayatına kasteden bir kişiyi hapishanesinde ziyaret için daha dün bir heyet göndermedi mi? Bütün bunları, Islahat Fermanı zamanındaki gibi, Türkiye'nin Batı hukuku ve insan hakları standartlarına uygun hale getirilmesi için yapmak gerektiğine bizi inandırmak istiyor, anlaşmalar imzalatıyorlar..."

Nasıl buluyorsunuz bu satırları? Size kimi, kimleri hatırlatıyor? Bu satırları okuduktan sonra kime "Hoş geldin!" diyelim?

Okuduğunuz bu satırlar bir bilim adamının kalemine mi, yoksa bir "ideolog"un kalemine mi daha çok yakışıyor, siz karar verin.

Tarihçi İnalcık'ın, bu zamana kadar ileri sürdüğü iddalarını kanıtlamak için tarihten seçip çıkardığı delile bakın: "Büyük Britanya Başbakanı Gladstone 1876'da, gayz ve kinini, 'Türkler, ancak varlıkları yok olmakla tarihe kendilerini affettirebilirler' diyecek kadar ileri götürmüştür. Bugün sözde Ermeni davası, Batı parlamentolarında ayakta alkışlarla benimseniyorsa, bu sadece bize tarihi husumet psikozunun asla ölmediğini göstermektedir."

Yok daha ne! Besbelli ki, başını alıp 1876 yılına kadar gitmiş olsa da, tarihçi İnalcık ile değil, bambaşka bir İnalcık ile karşı karşıyayız... Hem siz söyleyin: Bir tarihçinin Ermeni Meselesi'nden söz ederken, sanki çokbilmiş bir köşeyazarıymış gibi, "sözde" takısını kullanması mazur görülebilir mi?

İnalcık'ın bu çok "ilginç" konuşmasını her yönüyle burada ele almamız mümkün değil. Ama inanın (ya da inanmazsanız, www.tuba.gov.tr adresine girerek gözünüzle görün!), ödül törenindeki konuşmanın tamamına bu "ruh" hakim. Aslında konuşmanın çok eğlendirici yanları da var. Mesela şu satırlardan İnalcık'ın ("tarihçi" olanından söz etmiyoruz) "postmodernizm"den de en az "Sözde Ermeni davası" gibi hiç mi hiç haz etmediğini de öğreniyoruz: "Bir bölüm genç kuşak geleneğe ve mistisizme, dünya vatandaşlığını bir çözüm gibi görürken, bir başka gençlik de her şeyi yıkan postmodernizme kendini kaptırmıştır"(!)

Daha ne diyelim bilmiyorum ki....

Bakalım, henüz karar vermedim ama, belki, İnalcık'tan dinlediğimiz için orta çaplı bir "skandal" olarak nitelenmeyi hak eden bu konuşmanın iki köşeyazarı (Taha Akyol ve Gündüz Aktan) tarafından sanki bulunmaz hint kumaşıymış gibi köşelerine taşınmasından da söz ederim.


6 Ekim 2003
Pazartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED