AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

D İ Z İ
Demirel, İsmet Paşa'yı örnek aldı

Gazeteci Ferzende Kaya'nın Abdülmelik Fırat'ın Kürtçe olarak yazılan ve henüz tamamlanmamış anılarından yola çıkarak yazdığı ve birkaç gündür gazetemizde alıntıladığımız 'Mezopotamya Sürgünü-Abdülmelik Fırat'ın Yaşam Öyküsü" ismindeki kitap yarın kitapçılarda yerini alıyor. Şeyh Said İsyanı'ndan bugüne kadarki tarihi dönemi de işleyen kitap, hem bir biyografi, hem de Cumhuriyet ile Kürtlerin yazılmamış tarihi niteliğinde. Anka Yayınları tarafından neşredilen Mezopotamya Sürgünü, on bölümden oluşuyor. Fırat anılarında 1934-2003 yılları arasındaki yaşamını, ailesini ve siyasi geçmişini de anlatıyor. Kitapta ayrıca Fırat'ın kişisel izlenim ve anektodlarla yazdığı portreler, 'Hafızamdaki Portreler' başlığıyla yer alıyor. Bu bölümde, İsmet İnönü, Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel, Turgut Özal gibi siyasetçilerin yanı sıra, bürokrat, asker ve sanatçılara ilişkin değerlendirmeler mevcut. Fırat, anılarında Kürt sorunu, PKK, HADEP ve diğer oluşumlar hakkında önemli açıklamalarda bulunuyor.

ÇAĞLAYANGİL'İN UNUTAMADIĞI OLAY

İhsan Sabri Çağlayangil'i Bursa Valisi'yken tanıdım. Yassıada'ya vali olarak getirildi. İyi satranç oynardık kendisiyle. Darbeden sonra evinde buluştuk. Aristokrat ve sosyetik bir insandı; evinde öyle bir yaşantısı vardı.

Kendisi emniyet müdürüyken Dersim hadiseleri yüzünden bölgeye gönderilmiş. Seyyid Rıza'nın asılması olayına katılmıştı ve hep onu anlatırdı: "Seyyid Rıza, 'Biz seyyidiz, Rasûl'ün evlâdıyız, bizi asamazsınız' derdi. Asılacağını anlayınca dedi ki: 'Bir isteğim var. Önce beni asın, sonra oğlumu. Onu benim gözlerimin önünde asmayın.' Böyle bir isteği olmasına rağmen, önce oğlu, sonra kendisi asıldı." Bu olayı hiç unutmamıştı, hep anlatırdı.

Yaşar Kaya aleyhimde yazdı

Yaşar Kaya'nın ismini ilk defa 49'lar davasında duydum. O zaman tanımıyordum. Cezaevinden çıktıktan sonra tanıştık. Çok aktif bir insandı. Aynı dönemde parlamentoda da bulunduk. Kendisi hem parlamenterlik, hem de gazetecilik yapıyordu. Malum, hakkında dava açılınca Avrupa'ya gitti. Avrupa'ya gidip gelirken görüşüyorduk. Kürt Parlamentosu'nun başkanı oldu. PKK ile hareket etti; son dönem yaşadığımız fikir ayrılıkları yüzünden o da tavırlıydı. Öcalan'ın demeçlerinden oluşan bir de kitap yazdı. O kitapta benim aleyhimde birkaç cümleye de yer verdi. 2003'ün başlarında Avrupa'da bir kitap fuarında karşılaştık. Kendisine, 'Bana kitabını imzala ver' dedim. Bayağı bir mahcup oldu ve 'Sonra konuşuruz' dedi. Sonra ortadan kayboldu. İkimizi de tanıyan gazeteci Selahattin Çelik, "Yaşar Kaya, aleyhindeki yazılardan dolayı çok üzgün. O cümleleri kendisinin yazmadığını, kitaba yayıncının eklediğini söylüyor" dedi.

MENDERES BENİ HEP KORUDU

Siyasetle ilgilenmeye başladığım zaman Adnan Menderes'le tanıştım. O zamana kadar, gazetelerden, radyolardan ve çevresindeki siyasetçilerden, Menderes'in sert, diktatör, terör estiren bir adam olduğunu duyuyordum. Ben Meclis'e girince bunun aksini gördüm. Sonraları da, 1959'da 49'lar davasında ispiyon ve ihbarcılara rağmen beni harcamadı. Selahattin Kaptan Paşa, Yassıada'da onun aleyhinde ifade verirken, bu konuyu da anlattı: 'Bir Kürt milletvekili vardı, devlete karşı hıyânet içindeydi. Biz onu yargılamak istedik; onun dokunulmazlığını kaldırmadı" dedi. Adnan Menderes, utangaç, kibar, hürmetkâr bir insandı. Despot değildi; şiddetten uzaktı. Ama siyasî rakiplerine karşı sert beyanatlar verirdi. 1954'te, amcam Şeyh Ali Rıza Efendi'yi Ankara'ya çağırmıştı. Sohbet esnasında, 'Allah belâsını versin İsmet Paşa'nın; bir türlü millî şeflikten vazgeçmiyor. Bırakmıyor millete hayırlı işler yapalım' demişti. Amcam da, 'Allah belasını verdi. Belası sendin; ama esirgedin. Biz Kürtlerin, esirgediğin yumruğu sen yersin, diye bir ata sözü var' cevabını vermişti.

CELAL BAYAR BANA SIRRINI AÇTI

Ben Celal Bayar'la iki buçuk sene milletvekilliği zarfında hiç yüz yüze gelmedim. Kendisini ziyaret etmek de istemedim. Resepsiyonlarda karşılaşmak istemezdim. Sevmediğim bir insandı. Kişisel bir düşmanlığım yoktu. Ancak Kürt çevresinin ve demokratların görüşleri üzerimde etkili olduğu için sevmiyordum. Kayseri Cezaevi'nde konuşabilme durumumuz oldu. Çıktıktan sonra İstanbul'daki evine gidiyordum; sohbet ediyorduk. Komitacı ruhuyla dolu bir adamdı. Babası müderristi. Çok sâlih bir adammış. Bir gün bana, 'Ben sana bir sırrımı vereceğim, bunu kimseye söyleme' dedi. Ben de, 'Sizin tarihî bir şahsiyetiniz var, ben söz veremem. Belki konuyu mühim görürüm ve anlatırım. Sözümde duramam, kendi kendimi yerim. O yüzden anlatmayın. Ya bana bırakın açıklamayı veyahutta söylemeyin' dedim. 'Peki söyleyeceğim' diyerek başladı anlatmaya: 'Ben gençtim 20 yaşlarındaydım. Bursa'da bir bankada çalışıyordum. Babam da çok sâlih bir adamdı; Kur'ân okuduktan ve namazdan sonra uzun uzun dua ederdi. Kendi geçmişlerine, bir de kendi rûhuna ithaf ederdi; elini de vücuduna sürerdi. Benim dikkatimi cezbetti, dedim ki: 'Baba sen nenemin, dedemin ruhlarına ithaf ediyorsun, bu doğal; ama sen yaşıyorsun, yaşadığın halde niye kendi rûhuna ithaf ediyorsun?' Babam dedi ki: 'Oğlum sana güvenmiyorum.' Öyle deyince, gayri ihtiyar: 'Babanız çok büyük bir adammış' dedim. Düşünmeden söylediğim bu söz için sonradan çok üzüldüm. Bayar, Yassıada'da da, mahkemelerde de vakarını çok iyi korudu; kişilik sahibiydi.

"Bana Said-i Kürdi demeyin"

Ben 1954'te kendisini Isparta'da ziyaret ettim; daha sonra Ankara'da görüştük. Isparta'da ziyaret ettiğim zaman 20 yaşlarındaydım. Ama medreseden icâzet almış durumdaydım. Kendisine, 'Sizin talebeleriniz içinde medreseden gelen kimse yok. Sizin yazdığınız Risâleleri, sizden sonra saptırabilirler.' O da bir duraklamadan sonra dedi ki: 'İnşallah, Allah böyle bir duruma müsaade etmez.' O zaman ben genç olduğum için, heyecanlıydım; sorular soruyordum. Türkiye istihbârât örgütleri, onun isminden yararlanmak istiyorlardı. Yaşarken buna müsaade etmedi; ama vefat ettikten sonra talebelerinin arasına sızdılar ve bazıları işin başına geçtiler. Mahkemelerde sürekli kendisine Said-i Kürdî diye hitap ediliyordu. O da bir gün dedi ki: 'Bana niye Said-i Kürdî diyorsunuz? Ben Bitlis'in Hizan ilçesinin Nurs köyündenim. Bana Nurslu deyin.'

Özal sistemde devrim yaptı

Turgut Özal, 30 sene bürokraside çalışmış, zeki bir adamdı. Sistem içinde devrim yapmış bir kişidir. Siyasî alanda istediği devrimi yapamadı; askerlere ve bürokrasiye derdini anlatamadı. Ölümünün bir müdâhale sonucu olduğuna inanıyorum. Başbakan yardımcısıyken, benimle görüşmek istedi. Başbakanlığa gittim. Kafasında tek başına siyasete atılma vardı. Dedi ki: 'Korkut sürekli senden söz ediyor; siyaseti çok iyi bildiğini söylüyor; sen ne düşünüyorsun?" Ben de, 'Evren Paşa müsaade etmez; CHP ve AP'ye müsaade eder. Parti kurmak istiyorsan, Amerika'ya dayanmalısın. Şu an için geçerli olan odur." dedim. 'Nasıl olacak bu?' diye sordu. Dedim ki: 'Suud Kralı Fahd seni sever. Amerika'yla da ilişkileri iyidir; onunla görüş, rica et, sana bağlantılar kurar.' Dediğim gibi yaptı. Kral Fahd üzerinden Amerika ile bağlantıya geçti. Celal Bayar ona heyet gönderdi. Ben 'DP'li olarak gitmem oraya, sizin heyetle giderim' dedim ve ancak prezante ettim. Özal net konuştu: 'Kuracağım partiyi, ne İsmet Paşa'ya ne Bayar'a dayandıracağım. Geniş bir çerçevede bir siyasî hareket başlatacağız; ekonomide devrimler yapacağız.' Özal, ayrıca DP'den 9-10 kişilik bir grubu seçip, o grupla birlikte kurucular kuruluna girmemi istedi. Giremeyeceğimi, beni veto edebileceklerini söyledim. O da, 'Sen partiye kayıt ol, veto etsinler. Ben genel başkan yardımcılığını boş bırakırım, seçim sonrası gelirsin' dedi. Ben, lüzumu yok, diyerek, kabul etmedim.

DEMİREL SİSTEME AYAK UYDURDU

Süleyman Demirel, Ispartalı bir köylü çocuğudur. Babası Kürtlere karşı son derece saygılıydı. Birinci Dünya Savaşı'nda babası asker olarak, Bingöl cephesinde Kürt beyleriyle birlikte savaşmış. 1957'de parlamentoya geldiğim zaman DSİ Genel Müdür Yardımcısı'ydı; sonra Genel Müdür oldu. Genç bir mühendisken tanışmıştık. Darbe olunca onu da görevden aldılar, askere götürdüler. 1964''te AP Genel Başkanı oldu. Onu o koltuğa oturtan DP'li milletvekillerine uygulanan siyasî yasağın kalkmaması için elinden geleni yaptı. Zannediyordu ki, siyasî yasaklar kalkarsa, DP'nin eski kadroları gelip, AP'nin üzerine oturacak. AP, Erzurum'da dokuz milletvekilinden yedi milletvekilini alıyordu. Onun bu vefasız durumuna kızdığım için amcamın oğlu Fuat Fırat'ı bağımsız aday yaptık. AP iki milletvekili alabildi. Ondan sonra bana soğuk davranmaya başladı. Demirel, Türkiye'nin her yerinden insan tanır. İlkesi çıkardır; bir insan onun için kendisini ateşe de atsa, eğer faydası yoksa, hiç kıymeti yoktur. Ama bir insan ona büyük kötülük bile yapsa, faydası varsa onunla irtibata geçer. Her sisteme ayak uydurabilecek bir insandır.

Türkiye'de komünist bir iktidar olsa, hemen genel sekreterliğe soyunur. Padişahlık olsa, kavuğu başına koyar ve padişah olur. Eğer demokrasi gelirse, dünyanın en büyük demokratı olur. Reisicumhurluk dönemindeki manevralarını herkes yapamaz; İsmet Paşa'yı kendisine örnek almıştır.

-BİTTİ-




 
Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Abdullah Muradoğlu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED