|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Avrupa Parlamentosu'na Türkiye Raporu hazırlayan ve Kemalizm'e yönelik eleştirileri ile gündeme gelen Hollandalı Parlamenter Arie Ostlander diyor ki: "Türkiye'nin geçmişte yaşadığı gibi askeri darbe olasılığı bitmedi." (Vatan, Duygu Leloğlu, 26 Eylül 2003) Bu ifadeyi, Türkiye'nin AB'ye girmesine muhaletin bahanesi olarak okumak mümkün olduğu gibi, Türkiye'nin demokratikleşmesini önemseyen ve askeri müdahale konusunda ciddi kaygılar taşıyan bir kişinin düşüncesi olarak okumak da mümkün. İki farklı okumanın Ostlander'e karşı yargımızı değiştirmesi de mümkün. Ama hangi halde okunursa okunsun, bir "askeri müdahale" ihtimalinin Türkiye'nin dünyadaki imajı açısından "kötü bir renk" olduğunu ortaya koyduğu muhakkak. Ve muhakkak olan bir şey daha, Türkiye'de olan biten bazı şeyler dışardan bakıldığında askeri müdahale ihtimali ile ilintili olarak görülüyor. Herhalde şu söylenebilir ki, "askeri müdahale ihtimalinin hâlâ var olması"nın Türkiye için olumlu bir imaj olacağı düşüncesini Türkiye'de açıktan savunan kimse bulunamaz. Ancak acaba "askeri müdahale ihtimali"ni bir mücadele aracı olarak kullanmak isteyenlerin de bulunmayacağı bu kadar rahat söylenebilir mi? Türkiye'de olan bitenlere bakınca bunu söylemek zor. Ve muhtemel ki Ostlander çizgisindeki insanlara, naklettiğimiz sözü söyleme fırsatı veren de bu olgudur. Denebilir ki, Türkiye'de birileri "askerin hep devrede bulunduğu ve gerekirse geleceği" imajını vermek isityor, Avrupa'da birileri de bunu "Türkiye'de askeri müdahale ihtimalinin ortadan kalkmadığı" biçiminde okumayı tercih ediyor. Şimdi bakınız, İstanbul Üniversitesi Rektörü Alemdaroğlu "gençliğin gerektiğinde silahlı mücadeleyi göze alacağı"nı ağzından kaçıran (!) kişilerle yanyana durup, 27 Mayıs'ın "Ordu-gençlik elele" sloganını seslendiriyorsa, kimi rektörler, üniversiteye ihtilal dönemlerinde üstlendiği misyonu üstlenmiş imajı yüklemekten kaçınmıyorsa, hatta bu araya kuvvet komutanı ziyaretleri sıkıştırılıyor, ve açılışları değerlendirme mutabakatlarından söz ediliyorsa, işin içine "Kubilay" gibi "Menderes'in akıbeti" gibi tehditler, kanlı senaryolar giriyorsa... Nasıl okunur bu görüntü? Önce şu soru: -Bu görüntüyü verenler nasıl okunmasını istiyor? Bizzat bu görüntünün içinde bir "tehdit" yok mu? Birileri, 28 Şubat sürecini çok içselleştirmiş gözükmüyor mu? 28 Şubat süreci içindeki "askeri katkı"yı bir "sivil toplum katkısı" gibi görmekten yana olanlar az mı?. Ve en azından onun gibi, ona benzer, ondan esinlenen bir "askeri katkı"yı elde bir gösterip, sistem bünyesinde bir "terbiye unsuru" olarak kullanmaktan yana olanlar mevcut değil mi? Ya da şöyle: Şu an cengaverce meydan okumalarda bulunanlar, sandığa gidip iktidarı terbiye etmeyi mi düşünüyorlar? Böyle bir niyetleri, böyle bir ümitleri var mı? Yoo... Bu memlekette sandıktaki durumlarını bildikleri için başka yollardan netice almayı tercih eden bir grup oldu hep. "Tepeden inmeci" çizgi teşhisi boşuna konmadı ki. "Halka rağmenci" çizginin askeri hep elde bir olarak tuttuğunu bilmeyen var mı? Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesi tam da bu sahada verilmiyor mu? Ve askeri müdahaleler, tam da bu alanda halk iradesinin boynuna kemend atmıyor mu? İşte içerden bu görüntüyü, yani "asker orada duruyor ha!!! Canını sıkarsanız gelir ha!!! Yaptığınız işler onun canını sıkıyor ha!!!" gibi bir görüntüyü vermek için çırpınırsanız, ancak bu görüntüyü vererek netice alabileceğinizi düşünürseniz, dışardan da size teşhisi koyarlar... -Türkiye'de askeri müdahale ihtimali henüz ortadan kalkmadı Yani "Türkiye henüz demokrasiye uzak, sivil irade ile sorunlarını çözemiyor, onun için de demokrasi ailesinde yeri yok!" derler. Bu, ettiğinizi bulmanız demektir. Yani hem askerin konumunu bir "terbiye aracı" olarak kullanıp, hem de "demokrat geçinmek" mümkün olmadığı için birileri çıkar ve "Kral çıplak!" der. Haa, birileri için böyle yargılanmak hiç de önemli olmayabilir. Hatta işi daha da kaşıyıp, "Türkiye'yi bir çizgide tutmak demokrasi ile olmaz, 1930'larda demokrasi mi vardı?" mantığı ile hareket etmek de mümkün. 28 Şubat, "Türkiye'nin 1946'dan sonra yanlış yola girdiği" mantığının üzerine oturmadı mı? Bunun tercümesi, çok partili hayatı tehdit olarak algılamaktır. Yani halk iradesinin üstünü çizmektir. Onun için "Menderes'in akıbeti"nin hatırlatılması boşuna değildir. Üniversite cenahından gelen demeçlerdeki öfkeye bakınız, niyeti anlarsınız! Ne yazık ki "askeri müdahale" oyunu askerle oynanan bir oyundur. Kara Kuvvetleri Komutanı'nın tartışmalara konu olan görüşmesi, oyunu böyle bir mecraya çekmek isteyenler için zengin bir fonlama olmuştur. Ardından gelen Genelkurmay açıklaması o fonlamayı ne yazık ki beslemiştir. Ben askerin Ostlander'in tesbitini nasıl değerlendirdiğini merak etmekteyim. "Hain adam, Türkiye'yi AB'ye sokmamak için bahane arıyor" tepkisi verilebilir, ama o bahaneyi oluşturan zeminin hazırlanmasında kimin ne kadar payı bulunduğunu da hesaba katmak gerekiyor. Son söz: Ostlander'e katılmıyorum. Türkiye'de askeri müdahale ihtimali yoktur. 28 Şubat sürecinin tekrarı da mümkün değildir. O hesaba yatanlar fena halde yanılacaklardır. Türkiye, "eline vur iktidarını al" zamanlarında değildir. En iyisi herkesin kendi konumuna razı olması ve Türkiye'nin çağı yakalama mücadelesine katkıda bulunması, en azından çelme takmamasıdır. Türkiye'nin temel kurumlarını küçük hesapların içine sürükleyip yara almasına sebep olmak da tarihi bir vebal olacaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |