AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Ortülü sabit kurun ekonomi politiği

En yetkili ağızlar sabit kurdan vazgeçildiğini söylüyor. Halbuki TCMB, döviz alıp satıyor, enflasyon hedefini tutturabilmek için piyasaya çıkan TL likiditeyi çok yüksek gecelik faizlerle geri topluyor.

Dolar kuru iki hafta içinde 1 milyon 380 bin TL ile 1 milyon 520 bin TL arasında gitti geldi ve şimdilik 1 milyon 480 bin TL dolayında durmuş gibidir. Bu ne kadar böyle sürer? Kurdaki yükseliş geçici midir? 'Para babaları' yine spekülasyona mı başladılar? Yabancılar yıl sonuna doğru 'pozisyon kapatmak' için dövize hücum mu başlattılar? Sorular, ekonomideki reel iyileşmeye rağmen (kapasite kullanım oranları yüzde %85'i buluyor!), finansal alandaki tedirginliğin devam ettiğini gösteriyor.

Bugün yerimi hakiki bir uzmana bırakacağım, hafızası kuvvetli bir iktisatçıya. Malum, balıklar birkaç saniye içinde her şeyi unuturlarmış. Türk halkının hafızasının da ortalama 8 ay olduğuna dair araştırmalar hatırlıyorum. Oysa geçmişin acı derslerini hatırlamazsak, hatalar kaderimiz olur.

ANLAYIŞ dergisinin Kasım sayısında Dr. İbrahim Turhan, 1994 ve 2001 krizlerinin oluşum süreçlerini ayrıntılı biçimde inceliyor ve son derece öğretici dersler çıkarıyor. Analizinin özeti:

1998 yılı "enflasyonla mücadele" yılı ilan edildi. Ocak ayında enflasyon yeniden üç haneli bir değere ulaşarak %102 olmuştu. Bunun üzerine 26 Haziran 1998'de, İMF ile ciddi biçimde daraltıcı bir dizi ekonomik önlemi içeren 18 aylık "yakın izleme programı" uygulamaya konuldu. Hükümet ve İMF enflasyon hedefine öylesine kilitlenmişlerdi ki, diğer değişkenlerin sabit kalmadığını düşünemediler. Halbuki, 1997 Asya Krizi dolayısıyla küresel talebin canlılığında önemli bir rol oynayan birçok ülke can derdine düşmüştü. Üstelik Asya'da gerçekleşen devalüasyonlar, Türkiye de dahil birçok ülkenin rekabet üstünlüğünü kaybetmesine sebep olmuştu. Ayrıca, Türkiye'nin dış ticaretinin yarısından fazlasını gerçekleştirdiği AB'de de durum pek parlak değildi. 1 Ocak 1999'dan itibaren tek para sistemine geçmeye hazırlanan ülkeler Maastricht kriterlerinin dar elbisesine sığabilmek için talebi bastıran sıkı ekonomi politikaları izliyordu. Gelişmiş ekonomiler de dahil bütün ülkelerde ekonomi yönetimlerinin kapıyı çalan durgunluk tehlikesine karşı önlemler düşündükleri bir dönemde Türkiye, 'en kısa zamanda' ve 'ne pahasına olursa olsun' enflasyonu düşürme yönünde tercih kullandı. Mart ayına gelindiğinde enflasyon 40 puan düşürülmüştü ama büyüme hızındaki kayıp da 17,4 puandı. Hastanın yüksek ateşi düşürülmüştü, hatta hastanın vücudu artık oda sıcaklığındaydı. Çünkü hasta yaşamsal fonksiyonlarını neredeyse kaybetmişti.

18 Nisan 1999 seçimlerinden sonra kurulan hükümet, başlatılmış programı sürdürdü. Program kendi içinde tutarlı ve sağlam bir kurguya dayanıyordu. Türkiye'de enflasyonu oluşturan en önemli unsur olan kur, sabit bir oranda artacak, bu oran programın enflasyon hedefine eşit olacaktı. Kur politikasıyla ortaya koyulan kararlılık maliye ve gelirler politikalarıyla desteklenecek, böylece enflasyonun ikinci en önemli bileşeni olan beklentiler de bastırılmış olacaktı. Madem ki ekonomi gemisi kontrolden çıkmış bir biçimde sürükleniyordu, bir çipa atmak şarttı. Bu çipa döviz kuruydu.

Gerçekten kur artmayınca girdi maliyetleri ve dolayısıyla fiyatlar da artmadı. Kamu borçlanması büyük ölçüde sıcak para girişiyle ve açık pozisyonlarla sürdürüldüğü için kurun sabitlenmesiyle faiz oranları da hızla geriledi. 2000 yılına %69 enflasyonla giren Türkiye, bir yıl sonra 2001 Şubat ayında yıllık enflasyonu %33'e, yani yarısının altına düşürmeyi başardı. 1999 yılı ortalaması %108'i bulan, yıl içinde %130 seviyesini gören hazine iç borçlanma faizleri, 2000 yılının ilk günlerinden itibaren hızla gerileyerek Ağustos ayında %32'ye geldi. Büyüme de aynı performansı gösterdi ve bir yıl önceki -6,1'lik daralmanın intikamını alırcasına %6,4 reel büyüme sağlandı. Ama MGK toplantısında fırlatılan Anayasa kitapçığının masaya düşmesiyle, varsayımlara dayanarak havalanmış olan ekonominin ayakları da gerçeklik zeminine değmiş oldu.

Sıcak para bizi bozuyor!

Her toplumun kolektif hafızasında iz bırakan olaylar ve bunlarla ilgili olarak gelişen fobiler, yani rasyonel olmayan korkular vardır. Mesela Alman toplumu için 1922-24 döneminde yaşanan hiperenflasyon bir 'enflasyon fobisi'ne yol açmıştır. Türkiye'de benzer bir hassasiyet döviz için söz konusudur. Son 25 yıllık tecrübede Türk lirasının önce değer saklama, ardından hesap birimi olma özelliğini kaybetmesi de buna eklenince ekonominin temel makro fiyatının döviz kuru haline gelmesinde şaşılacak birşey yoktur. Yani Türkiye için, dövizde problem yoksa ekonomik beklentiler derhal olumluya döner. Yukarıda izah edilen maliyet etkisi ve faiz etkisi de eklenince kur çipasına dayanan programın kısa vadede bu kadar başarılı olması rahatça anlaşılabilir.

Dövizin hız kesmesiyle birlikte TL de değerleniyor. Bu ise ithalatı ucuzlatırken tüketim talebini canlandırıyor. Sanayi önemli ölçüde ithal girdiyle çalıştığı, enerji ve ulaştırma başta olmak üzere birçok sektörde maliyetler dövizden etkilendiği için üretim de yaşanan bahar havasından nasibini alıyor. Hatta aynı gerekçeyle, TL'nin değerlenmesi dolayısıyla sıkıntıya giren ihracat bile belli bir ölçüde kayıpları telafi etme imkanı buluyor.

Ama bu saadet tablosu, hızla büyüyen açıkları finanse etmeye gönüllü yabancı para sahiplerinin varlığına bağlı. Bir kısmı Türkiye'de yerleşik ve Türk vatandaşı oldukları için "bıyıklı" tabir edilen yabancı yatırımcılar, dövizin maliyeti ile TL yatırım araçlarının getirisi arasındaki farkı, Türkiye'nin risklerine değecek kadar tatlı buldukları müddetçe saadet zinciri kopmuyor. Denge Türkiye aleyhine dönmeye başladığında ise yatırımcılar, kârlarını bir an önce realize ederek başka spekülasyonlara veya (1998'de olduğu gibi bütün dünyada işler kızışmışsa) güvenli bir limana demir atmak üzere dışarı çıkıyor. Bu ise 1994, 1998-99 ve 2001 yılında yaşadıklarımız gibi krizlere yol açıyor.

Tabii işin bir de maliyet yönü var. İsterseniz gerçek rakamlar üzerinden izah edelim. Hazine, bu yıl 9 Nisan tarihinde 182 gün vadeli iskontolu bono ihalesi yaptı ve 'başarılı' geçen bu ihalede %56,99 yıllık bileşik faizle 1 katrilyon 42 trilyon liralık satış gerçekleştirdi. O tarihte Merkez Bankası dolar alış kuru 1.640.853 TL idi. 1.000 doları olan bir yatırımcı, parasını TL'ye çevirerek bu ihaledeki bonoda değerlendirmeyi tercih etti ve vadesi olan 8 Ekim günü 2.055.917.438 TL aldı. O günkü döviz satış kuru olan 1.377.954 TL üzerinden parası 1.492 dolar oldu. Yatırımcımız, altı ayda dolar cinsinden %49 kazandı. Bunun yıllık bileşik getirisi, %123'e karşılık geliyor. Doların aynı vadede maliyeti uluslararası piyasalarda %1,25 iken iyi bir kazanç doğrusu.

Sıcak Paranın Maliyeti


YILLAR	NOMİNAL FAİZ KUR ARTIŞI USD FAİZ

1991	78,9	59,9	11,9
1992	85,6	65,2	12,4
1993	87,5	59,5	17,6
1994	158,1	170,4	(-4,5)
1995	124,2	53,9	45,7
1996	132,2	77,5	30,8
1997	106,8	87,4	10,4
1998	115,5	71,7	25,5
1999	108,0	60,9	29,3

Yakın tarih tekerrür mü ediyor?

Türkiye, ortalama dolar faizinin %5'lerde gezdiği 1990'lı yıllar boyunca sıcak paranın rehavetine kapılarak her gevşediğinde spekülatörlerin ülkeyi terk ederken çarptıkları kapının krizi başlatan sesiyle uyanmak zorunda kaldı. Ne yazık ki son dönemde yaşananlar bu acı geçmişi tekrar hatırlatıyor. Akıllara; "acaba başarılı performans olarak algıladığımız benzer bir süreç mi?" sorusu geliyor.

Gelişmeler, 2000 yılında yaşananlarla ürkütücü benzerlikler taşıyor. Enflasyonda, faizlerde ciddi düşüşler, yatay seyreden kur, artan Merkez Bankası rezervleri, yükselen kapasite kullanım oranları ve büyüme hızı, büyüyen cari açık, canlanan ithalat ve lüks tüketim. Mesela: Ocak-eylül dönemindeki toplam otomobil satışları, geçen yılın aynı dönemine göre %109 oranında artarak, 119 bin 192 adet olarak gerçekleşti. Artış, yüksek gelir gruplarına hitap eden Mercedes, BMW, Porsche, Volvo, Chrysler gibi markalarda daha belirgin oldu. İthal otomobillerin toplam satışlara oranının %66'ya ulaşması da bir diğer dikkat çekici gelişme.

En yetkili ağızlardan duyduğumuz: "Şartlar çok farklı. 2000'de sabit kur uygulanıyordu, şimdiyse kur serbest. Merkez Bankası'nın kur taahhüdü yok. Piyasa makro göstergeleri dengeleyecek kuru kendisi oluşturur. Bakın şu kadar alım yapıldığı halde kur değişmiyorsa bu, spekülasyon olmadığını, ters para ikamesi yaşandığını gösterir. Sıcak para ekonomiye zarar verir diyenler ekonomi bilmiyor" gibi açıklamalar ne yazık ki içimize su serpmeye yetmiyor. Aslında söylenenler tamamen doğru. Ama geçerlilikleri, ekonomi biliminin meşhur varsayımları çerçevesini aşamıyor. Esnek veya dalgalı kur uygulanan açık bir ekonomide kurun kendiliğinden dengeye geleceği herşeyden önce Merkez Bankası'nın sterilizasyon yapmaması, yani döviz alıp-satmaması varsayımına bağlı. Halbuki TCMB, enflasyon hedefini tutturabilmek güdüsüyle hareket ettiği için döviz alımları sonucu piyasaya çıkan TL likiditeyi hâlâ çok yüksek olan gecelik faizlerle geri topluyor. Merkez Bankası faizlerinin %27'ye düşmesi olumlu ise de önümüzdeki yılın enflasyon hedefinin %12 olduğu düşünülürse yine %12,5'luk (yani ABD'deki nominal faizin 10 katı) bir reel faiz olduğu görülür. Bu ise 2003 yılında da örtülü bir 'sabit kur' politikası izlendiğini ortaya koyuyor.

Sonuç mu? Sonucun ve ayrıntılı analitik tabloların ANLAYIŞ dergisinin Kasım sayısında yer aldığını bir kez daha hatırlatıyorum.


2 Kasım 2003
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED