|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Gerçeği görmek, her zaman onu kabul etmek anlamına gelmez. Kimizaman insan gerçeği görür, onun öyle olduğunu teslim eder; ne var ki, öyle olan şeyi öylece kabul etmekte zorlanır. Çünkü görülen gerçek, ona göre, tam da ondan kaçmayı gerektiren, dahası görmezlikten gelinmesi gereken bir gerçek olarak durur karşısında. Öyle durumlarda görülen gerçeği kabul etmektense, insan, yalana teslim olmayı tercih edebilir ve eder. Çünkü gerçekle karşılaşmayı, onu karşılamayı, onunla hesaplaşmayı, dahası onunla cedelleşmeyi göze almak, her kişinin değil, er kişinin, yiğit kişinin işidir. Gerçeği görmek demek, bu bakımdan, onu gözüyle görme anlamından daha fazla bir şeyi içeriyor. Gerçeği görmek, o gerçekle yüzleşme, onunla başa çıkabilme cesaretini talep ediyor. Bu cesareti kendinde taşımayan, aslında belki de, gerçeği görmekten de mahrum bulunur. Çünkü gerçek, her halükârda, bir başına gerçek olarak meydanda oluşuyla, bir meydan okuma tavrını sergiler. Bu meydan okumaya karşı insan, ya meydana çıkar ve o gerçekle hesaplaşmaya girişir ya da olduğu yerde pısıp kalır. Gerçeği görüp, onu gerçeklik olarak kabul eden ve onunla hesaplaşmayı göze alan kişinin tavrına gerçekçilik diyoruz. Gerçeğin meydan okuması karşısında pısıp kalanın tavrıysa, onu görmezlikten gelmeyi denemesi veya gördüğünü çarpıtması bakımından, ancak bir vehimlinin tavrıyla açıklanabilir. Vehimli, sahici gerçekle değil, fakat kendi zihninin icadı olan yapma gerçekle meşgul olur. Tavırlardan biri, insanı doğruluğa ve ahlâkîliğe sevk ederken, ikincisi yalana ve uydurma olana yöneltir. Peki nedir gerçek? Veya daha iyisi şöyle sormak: gerçek nasıl tezahür eder (nasıl meydana çıkar, nasıl görünür)? O, kimizaman bir felâket olarak zuhur eder. Kimizaman bir savaş halinde zuhur eder. Sel olarak, tufan olarak ortaya çıkabilir. Bir âşık için, redde uğramış bir aşk, onun karşılaşmayı beklemediği, karşılaşmaktan hoşlanmayacağı bir gerçeklik olarak zuhur edebilir. Bütün bunlar karşısında kişi, ya pısıp kalır, zuhur eden gerçeği görmek istemez ve öylelerinin içgüdüsel olarak yaptığı gibi elleriyle yüzünü (gözlerini) kapatır ve böylece güya onu yoksaymış olur. Yahut da meydan okuyan gerçeğe , aynı meydan okuyuş tavrıyla karşı çıkar. Kişinin bu karşı çıkışta başarıp başaramaması önemli değildir. Önemli olan, gerçeğe ram olmadan onun meydan okuyuşuna cevap verebilmektir. Burada, zafer de, mağlubiyet de denktir, denk değerdedir. Ama gerçekten kaçan kişi, bu kaçmayla paçasını kurtarmış olsa bile, böylece bazılarının gözünde galip sayılsa bile, aslında böyle bir galibiyetten övünç payı çıkarmak kolay değildir. Bazıları, böyle bir kaçışla elde edilmiş galibiyeti de galibiyet (veya zafer) saymaya meyletse bile, korkarak kaçanın elde ettiği sonuç ancak paçayı kurtarmak diye nitelenebilir; zafer veya galibiyet olarak değil.. Yalanla, korkaklıkla, kaçaklıkla, kancıklıkla elde edilmiş başarılar kelime olarak başarı sayılsa da, hakikatte bu sonuç tesadüfün tezahürü mesabesinde kalır ve insanın övünmesini gerektiren bir fiil olmanın dışına düşer.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |