AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Post-modern bir olay

"Kanı donmak" diye bir deyim var ya, "Başörtülü bir kadın sanık olarak gittiği mahkeme tarafından geri çevrildi" haberini ilk duyduğumda kanımın donduğunu hissettim. Mahkeme kapısından döndürülen kadının kendisi benim hissettiğim utancı hissetmemiştir... O gün bugündür kanımı eski ısısına kavuşturamadım...

Bütün hukuk sistemlerinde "Savunma hakkı kutsaldır" ilkesi geçerli. İdamlık suçluya bile kendini savunma hakkı tanınır; kendini savunamayacak durumdaki kişiye savunman (avukat) bulmak da sistemin görevidir. Sanıkların savunmasının uygun şartlarda alınmadığı dâvâların sonuçları iptal edilir... Savunma hakkını sanığa çok görmek, bu eylemi yapan için ciddi sonuçlar doğurur...

Önceki sabah, Avrupa Birliği temsilcisi ile görüşürken, "Türkiye ilerleme raporunda din özgürlüğüne de yer veriliyor, ancak başörtüsü sorunundan tek satırla söz edilmiyor, bu nasıl iş?" diye sorduğumda, Büyükelçi Hansjörg Kretschmer, "Ben de anlamadım" dedi önce. Getirebildiği tek açıklama, başörtüsü konusunun son zamanlarda Avrupa'da da tartışıldığı... "Sizin tartışma gündeminizde, başörtülü bir sanığa kendini savunma hakkını çok görmek de var mı?" sorum karşısında Avrupalı diplomatın düştüğü şaşkınlığı görmeliydiniz.

Kanım donuk olsa da sevinemez miyim? Sevincim, bu yılın Ramazan ayının Ali Kalkancı ve Fadime Şahin benzeri skandallarla zehir edileceği beklentimin şimdiye kadar doğru çıkmaması yüzünden... 28 Şubat'ın lâbirentlerinde, 'Sisi' adıyla mâruf birinin aracılığına da başvurarak, inançlı kesimi rencide eden tipler üretilmişti. Bu defa ya Sisi'nin yardımını alamadılar, ya da yardım alsalar bile toplumu ikna edecek tipler üretmede sıkıntı çektiler... Elinde asa, sırtında harmanili uzun boylu sakallı dervişler de yok artık...

Daha önce Ali ve Fadime'ye emanet edilmiş olan Ramazan yerine, bu yılın Ramazan'ında konumları itibariyle hiç olmayacak isimler ve kurumlar ön plandalar... İlkini, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu vesilesiyle gördük. Bürokratlarının yaptığı yanlışlardan dolayı bizzat özür dilediği gazetelere geçtiğine göre, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in adı kullanıldı; resepsiyon dâvetiyeleri, 'eşli-eşsiz' gönderilerek Çankaya Köşkü'nün 'kamusal alan' olduğu ilân edildi.

Şimdi de Yargıtay...

Dün, bu 'yeni' uygulamaya nasıl tepki verildiğini görmek için gazeteleri karıştırdım. Çoğu yazar şaşırmıştı uygulama karşısında; hele Oktay Ekşi!. Hürriyet başyazarı başörtüsü yasağı yanlısı, kamusal alanın genişlemesinden de rahatsızlık duymuyor; ancak o da sanığa savunma hakkının tanınmamasının doğuracağı sakıncaların farkında olarak oturmuş yazısını yazmaya...

Şöyle diyor: "Buyurun bakalım... Bu olaydaki kamu yararı nerede onu siz tayin edin! / Sanığın kutsal sayılması gereken savunma hakkını korumak mı kamu yararının gereğidir, yoksa siyasal bir simge olduğu ve rejime karşı dayatma mesajı verdiği gerekçesiyle hem Anayasa Mahkemesi hem de Danıştay tarafından 'kamu alanlarında giyilemez' denen türbanı (ve türbanlıyı) kapı dışarı etmek mi?"

Tam, ben, "Nihayet Oktay Bey'i de isyan ettirecek bir aşırılıkla karşılaştık" diye umuda kapılmışken, Hürriyet başyazarı (başyazarı olduğu gazetenin adının 'özgürlük' anlamına geldiğini unutmayın), adını vermediği 'hukuk bilginleri'nin görüşlerini aktararak, "Böyle bir uygulama olabilir" sonucuna varıyor. Orada da kalmıyor Oktay Ekşi, savunma hakkı elinden alınmış kadından hareketle şu satırları da yazabiliyor: "Görüyorsunuz... Bir zamanlar 'Taksim'e cami yaptırma' meselesi vardı ya... Onun gibi gerip duruyorlar. Çok denediler. Hep aynı sonucu aldılar. Bakalım kaşıya kaşıya nereye kadar gidecekler."

Sizin de ağzınız benimki gibi açık kalmıştır herhalde. Taksim'e cami yaptırma ile sanık konumundaki bir kadının mahkeme kapısından döndürülmesi arasında ne gibi bir ilgi bulabildiğini psikiyatrist Aysel Ekşi cevaplandırabilir belki... Ancak, ifade vermeye geldiği mahkemenin kapısından geri çevrilen bir kadının yaşadıklarını tam tersine çevirip, "Gerip duruyorlar, bakalım kaşıya kaşıya nereye kadar gidecekler?" sorusuyla ifade etmeyi, sağ olsaydı Freud bile açıklayamazdı...

Geren ve kaşıyan kim? Bu soruyu yüksek sesle sorunca benim zihnim biraz açıklığa kavuşabildi. 28 Şubat öncesinde, sürece gerekçe haline sokulan konulardan birisiydi Taksim'e cami projesi; o ve başka gerekçeler uygulanan gerilim politikaları için kullanılmıştı. Demek ki, Oktay Ekşi, Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu ile başlayan ve Yargıtay'da yaşanan garip olayla devam eden sürecin de aynı amaçla kullanılacağını düşünüyor...

Neyse...

Konuyla ilgilenenlerin dikkatine sunmak istediğim bir ayrıntı var. Bazılarımız, "Başörtüsü, iddia edildiğinin tam tersine aslında dindar kadındaki modernitenin dışa vurumudur" diyoruz ya; mahkeme kapısından döndürülen kişiye biraz yakından baktığımızda bu görüşü destekleyen özellikler belirginleşiyor: Başı örtülü genç kadın yüksek eğitim görmüş; hukuk fakültesi mezunu... İlk adından sonra -biri eşinin diğeri evlilik öncesi kullandığı olmak üzere- iki soyadı taşıyor...

Ramazan'ı henüz yarılamadık, o sebeple Oktay Ekşi'nin sorusunu aklımızda tutalım: "Bakalım kaşıya kaşıya nereye kadar gidecekler?"


9 Kasım 2003
Pazar
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED