AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Kapalı kapılar ardında

Eğer biraz durup olup bitenlerin hepsini birden düşünebilme imkanı bulabilsek, yaşamakta olduğumuz şeyin sıradan bir süreç değil basbayağı kabus olduğunu da anlayacağız. Hem de ard arda bütün kapıların yüzümüze çarpıldığı ve giderek yalnızlaştığımız, klostrofobik bir kabus... Amerika gibi birşey isteyenler de, Avrupa gibi ne istediğini söylemeyenler de sonuçta Türkiye'yi izole ediyor, aynı hücrenin içinde yalnızlığa mahkum ediyor.

Hem, geleneksel bekle-gör politikası hem de uluslararası hedeflere yönelik taleplerdeki temel isteksizlik Türkiye'yi evdeki bulgurdan da Dimyat'taki prinçten de aynı anda mahrum olmaya doğru götürüyor. Sadece Irak Krizi konusunda yaşananların tahripkar etkisi değil, son üç gün içinde olanlar bile Türkiye'nin yıllardır verdiği açılım çabalarının bir kalemde silinme tehlikesiyle yüzyüze olduğunun haberini veriyor.

Hem Avrupa hem Amerika

Dış politikanın, dolayısıyla ülkelerin birbirleriyle çıkara dayalı ilişkilerinin ne kadar acımasız olduğunu bir kez daha anlamak için önce; Lahey'de başarısızlıkla noktalanan Kıbrıs görüşmelerinden sonra ortaya çıkan iki tutumun şaşırtıcı benzerliğine bakalım. Avrupa Birliği ve birlikten ayrı olarak tek tek birçok Avrupa ülkesi Kıbrıs konusunda çözümsüzlüğün faturasını Türkiye'ye çıkardılar. Denktaş'ı eleştirdiler ve "Türkiye bundan sonra Ada'da işgalci konumdadır" açıklamasını yaparak bütün milli hassasiyetleri birden kıştırtacak kadar ileri gittiler.

Bu tavrın Türkiye'de beklenen karşılığı, "Hıristiyan Avrupa'dan ne beklenir ki zaten..." babalanmasıydı, öyle de oldu. TOBB gibi Avrupa Birliği hedefinin öncüsü "sivil" bir kuruluş da anlamadan, dinlemeden bu koronun solisti oldu. Ama hemen arkasından Türkiye'yi Kıbrıs konusunda suçlu bulanın sadece Avrupa olmadığı anlaşıldı. İkinci tezkere arefesinde Ankara'nın ağzının içine bakan, sözümona tarihte ilk kez Tükiye'ye bu kadar muhtaç düştüğü sanılan Amerika da en az Avrupa kadar "acımasız" çıktı. ABD Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs görüşmelerinin sonuçsuzluğunu Türkiye'ye fatura etti. Yani, hiç olmazsa birkaç gün tezkereyi bekleyip Türkiye'nin gönlünü hoş tutmak gibi, sıradan bir diplomasiyi bile tercih etmeye gerek görmedi. "AB toprağı" diye bir kavram tanımadığı için sadece işgalden söz etmedi.

Irak krizinin Amerika ile Avrupa arasında yarattığı çatlak; dramatik bir şekilde iki kutubun da Türiye'yi önemsememesi sonucunu doğuruyor. Bu gerçek, "yoğun" gündemde buhar olup gidiyor.

Sil baştan

Tıpkı, Öcalan'ın yargılanmasının AİHM'den dönüşünün üzerinde durulmaması ve büyük ihtimalle HADEP'in kapatılmasının da önemsenmeyeceği gibi. Şartlar normal olsa, herbiri Türkiye'nin AB perspektifini ciddi bir şekilde sarsmaya namzet bu olaylar, üzerinde şimdi tartışılmıyor. Ne zaman tartışılacak? Her önemli olayda olduğu gibi, yine son noktaya gelindiğinde, telaşın en yoğun olduğu anda...

Türkiye, 12 Aralık'ta şöyle ya da böyle elde ettiği, o beğenilmeyen perspektifin de gerisine düşmüştür. Mitolojideki Sisipos gibi, büyük gayretlerle tepeye çıkartılan kaya hızla aşağı doğru düşüyor. Aklını sadece Irak'taki tehlike potansiyeline takan Türkiye, dış politika seçeneklerinin azalmasının yaratacağı marjinal maliyeti düşünmüyor bile. Ve tabi, Türkiye'nin düşünmediğini gayet tabii Amerika da umursamıyor.

Herhalde, bugünkü kayıpların faturası da tıpkı Körfez Krizi'nde olduğu gibi deneme yoluyla anlaşılacak. Her sabah kalkıldığında, bir başka kayıp farkedilecek ve bunun neden Amerika'dan zamanında talep edilmediğine hayıflanılacak!..

Bugün Avrupa Birliği'ne tafra yapanlar da, yarın bu yalvarış ve hayıflanmaları onurlu dış politika olarak yutturmaya çalışacaklar.


14 Mart 2003
Cuma
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED