AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Tuncer Paşa Vak'ası (*)

Siyasi tarihimizde bazı enteresan olaylar vardır. Bunlar garipliği ve tuhaflığı sebebiyle tarihe geçmiştir ve kahramanlarının isimleriyle anılırlar: Hasan vakıa'sı gibi(**).

Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç Paşa'nın son günlerde yaptığı konuşmalar da bir vakıa olarak siyasi tarihimize geçecektir.

Kılınç Paşa'nın bu konuşmaları birçok köşe yazarımız tarafından tenkit edilmiştir. Biz, bu yazımızda, konuşmanın muhtevası üzerinde durmaktan ziyade, Tuncer Paşa'yı böyle davranmaya sevkeden ortam ve şartlar üzerinde durmak istiyoruz.

Cumhuriyetimizin kuruluşunda, Türk ordusunun oynadığı önemli rol herkesin malûmudur. Bu önemli rol, siyasi tarihimizin her safhasında görülmektedir. Ordumuz bu rolünü oynarken, bazı mensuplarının davranışları siyasi ölçüler içerisinde kalmış mıdır, kalmamış mıdır suali sorulagelmektedir.

Askeri müdahaleler ve darbeler olayı

Son kırk yılda Türkiye, iki kez darbe ve üç kez de muhtıra yoluyla askerlerin siyasete müdahalesine maruz kalmıştır. Böyle bir ortamda siyasetin ve demokratik yapının bazı kusurlu yönleri olduğunu kimse inkâr edemez. Bu olaylardan ders alarak, kusurlarımızı nasıl düzeltebiliriz diye düşünmemiz gerekmektedir.

Darbeler ve muhtıralar sırasında cereyan eden bazı tipik olayları kısaca sıralayalım:

1960 yılında bir ihtilâl olmuştur. TBMM dağıtılmış, milletvekilleri hapsedilmiş ve ihtilâlciler tarafından bir cunta idaresi kurulmuştur. Bu idareye mensup bir yüzbaşı İstanbul Üniversitesi'nde profesörleri, öğretim görevlilerini toplamış, onlara, memleketi nasıl idare edeceklerini anlatmaktadır.

Hocalar, bu konuşmayı can kulağıyla dinlemektedirler. İçlerinden sadece biri cesaret gösterip konuşmacıya sormuştur:

-Sayın yüzbaşım, siz idareye el koydunuz amma, bu ülkeyi yönetecek kadar ekonomik ve siyasi bilgi ve tecrübeye sahip misiniz?

Yüzbaşının cevabı kısa ve kesindir:

- Biz Harp Akademisi'nde strateji dersi okuduk. Bütün bu söyledikleriniz bu derslerin konusu içerisindedir..

Bir başka misâl:

27 Mayıs ve 12 Eylül askeri darbeleri olmuştur. Bu darbeleri ilk tebrik edenler barolar, sendikalar, gazeteler ve sivil toplum örgütleri olmuştur. Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, Avrupa Konseyi Raportörü Steigner'e 12 Eylül darbesini anlatırken, elinde tuttuğu T.C. Anayasası'nı onun burnuna doğru uzatarak:

-"Beyefendi, şu Anayasa'da yazılı bir maddeye göre askerler bu müdahaleyi yapmasalardı, suçlu duruma düşerlerdi…onların asılmaları gerekirdi" demiştir.

İhtilâle övgüler yağdıranlar, demokrasiyi korumakla görevli kuruluşlardı. Bu kurumlar, askerlere biat etmek için adeta yarış içinde kuyruğa girmişlerdi.

Tutarlı ve yetişmiş bir kurum olarak ordumuz

Ordumuzun en yetişkin ve en tutarlı kurumumuz olduğuna kimsenin şüphesi yoktur. Bununla hepimiz iftihar ederiz. Ancak, bu yetişmiş kurumu yanlış yerde ve yanlış işlerde kullanmaya kalkmak onu yıpratmaktadır.

Birçok devlet adamımız orduların ve mensuplarının yanlış yerlerde kullanılmasının sakıncalarına işaret etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman, atının üzengisini tamir eden yeniçeriye hem mükâfat vermiş, hem de askerlikten başka bir mesleğe heves ettiğinden dolayı, onu terhis etmiştir.

1970'li yıllarda Süleyman Demirel Hükümeti kış mevsiminde boş kalan askeri makineleri, güney illerindeki yol, baraj ve gölet inşaatlarında kullanmak için bir karar almıştır. Bu kararı duyan İsmet İnönü, Meclis koridorunda rastladığı Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'e, "böyle bir kararın alınıp alınmadığını" sormuştur. Seyfi Öztürk de bu haberi doğrulayarak, kararın gerekçelerini izah etmiştir. Onu dikkatle dinleyen İsmet İnönü, aynen şunları söylemiştir:

-Seyfi Bey, Seyfi Bey… Askerleri benim kadar tanımazsınız. Askerler, zaruret olmadıkça kendi asli görevlerinin dışında kullanılmamalıdır. Siz onları her işte kullanırsanız derler ki: "Bu vatanı biz savunuyoruz…Yolları, barajları biz yapıyoruz…Şu sivil idareye, şu politikacılara ne gerek var?" Askerler bir defa bu psikolojiye kapılırsa, onları asıl görevlerine döndürmekte güçlük çekersiniz.

İsmet İnönü'nün kehaneti

Bu gün içinde bulunduğumuz durumu düşündüğümüz zaman, İnönü'nün ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. Biz, politikacılar olarak, başımız sıkıştığında, ordunun disiplin ve prestijinden yararlanmak için ona başvuruyoruz. Arkasından da, "Ordu bu işlere niçin karışıyor?" diye şikâyet ediyoruz.

1971 muhtırasından sonra kurulan devlet güvenlik mahkemesinde asker hakimlerin görev almasının gerekçelerini pekçok kimse bilmez. O tarihte, terör suçlarından yakalanan sanıklar, mahkemelere çıkmıyor, çıkarılsa bile asayiş sağlanamıyordu. Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne asker hakimler alınarak, onların otoritesinden ve prestijinden istifade edilmek istenmiştir.

Bu gün olanlara ve medyamızda yazılanlara bakıyoruz. Öyle bir kamuoyu oluşturmuşuz ki, her şeyin en doğrusunu ve en iyisini askerler yapar… Asker okul açıyor; halka yiyecek, giyecek dağıtıyor; yolsuzlukları jandarma ortaya çıkarıyor; trafiği jandarma idare ediyor. Hatta, TBMM'yi bile askerler koruyor. Askere olan bu güven öyle içimize yerleşmiştir ki, bir- çok yazarımız, onları överken dalkavukluk üslûbunu bile geride bırakmışlardır.

Büyük tirajlı bir gazetemizin tanınmış köşe yazarının bir makalesinin başlığı şöyleydi: "İşte asker farkı.." Yazar bu makalesinde, İstanbul'da yapılan bir seminere yüksek rütbeli birçok subayın katıldığından, ancak hiçbir milletvekilinin bulunmadığından bahsediyordu. Yazıda, askerler methedilirken, milletvekillerine "hakarete varan" bir üslûpla hücum ediliyordu.

Öyle bir kamuoyu oluşmuştur ki, "ülkemizde sivil idarenin başaramadığı her işi askerler başarır" kanısı yerleşmiştir. İşte bu yüzdendir ki, daha yeni cereyan eden Bingöl depreminin ardından, halk polisleri taşlarken, asker gelince alkışlamaya başlamıştır. Bu, bir yönüyle övünülecek ve bir yönüyle üzerinde uzun uzun düşünülecek hadisedir…

Siz Kılınç Paşa olsaydınız

Bir an için kendimizi Tuncer Kılınç Paşa'nın yerine koyalım: Türkiye'de her şeyin en iyisini yapan, her işi en iyi bilen bir kuruma mensupsunuz. Bu kurumda en yüksek bir rütbeye yükselmişsiniz. Medya ve köşe yazarları her gün sizi göklere çıkarıyor… Eminim ki, bizler de aynı şeyi yapardık:

Yani, emekli bir generalimizin dediği gibi, TBMM'nin önüne bir darağacı koyar, milletvekillerini asardık… Veya Kılınç Paşa gibi, mürekkep, kağıt bulup para basardık…

Bu atmosfer içerisinde, kendi görevlerinin şuuru içerisinde olan generallerimize, subaylarımıza selam olsun… Unutmayalım ki, bir ülke sadece askerlerin omzuna yüklenerek ayakta duramaz… Askerler ve siviller arasında sorumluluk ve yetkilerin paylaşılmasında gerekli denge kurulmalıdır.

Bu denge kurulmazsa, daha çoook Kılınç Paşalar çıkar.

(*) Kılınç Paşanın konuşmalarını, son bir haftadaki gazetelerde bulmak mümkündür

(**)Ecevit'in 11 kişiyi transfer ederek hükümet kurduğu zaman Demirel tarafından


26 Mayıs 2003
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED