|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin ve İslâm dünyasının tatile çıktığı tarihten "ev"e dönebilmesi, uyuduğu "kış uykusu"ndan uyanarak "kendine gelebilmesi", silkinerek yeniden ayağa kalkabilmesi, yeniden tarih sahnesindeki onurlu yerini alabilmesi, hakîkî rolünü oynayabilmesi ve kanatlandırıcı bir yürüyüşe öncülük edebilmesi için yaratıcı bir ruha ve kurucu bir iradeye ihtiyacı var; hem de şiddetle. Türkiye'de de İslâm dünyasında da siyasette, kültürde, sanatta, ekonomide ve her şeyden önce ve öte düşünce hayatında dünyanın bile kayıtsız kalamayacağı, tüm dünyaya kanatlandırıcı, ufuk ve çığır açıcı bir ruh üfleyecek böylesi bir yaratıcı ruhun ve kurucu iradenin İslâm olduğu artık karşı konulmaz bir şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye'de bize bu yakıcı gerçeği gösteren ve her dâim hatırlatan tek bir kişiden sözetmemiz gerekirse, bu kutlu kişi hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde üstad Sezai Karakoç'tur derim. Ben böyle düşünüyorum düşünmesine ama Sezai Karakoç'un genç kuşaklar tarafından hakettiği ilgiyi görmediğini, Türkiye'deki düşünce hayatı konusunda bir şeyler söyleme makamında olan kişilerce de hakettiği yerin ıslandığını görüyor ve kahroluyorum. Derslerimde, sohbetlerimde, konferanslarımda muhataplarıma ilk sorduğum sorulardan biri Sezai Karakoç'u ne kadar tanıdıkları sorusu oluyor. Bugüne kadar aldığım cevaplar, beni şoke eden türden cevaplar oldu. Ben, modernliğin meydan okumasından sonraki son iki-üç asırlık süreçte çıkarabildiğimiz en büyük düşünürlerden biri, belki de birincisi olarak görülmesi gereken Sezai Karakoç'un bütün kuşaklar tarafından iyi tanındığı şeklinde bir kanaate sahiptim... İngiltere'deyken öyle anlar oluyordu ki, geceleri uykum kaçıyor, "mutlaka üstada gitmem gerekir; hayır arkadaş, derhal toparlan, atla uçağa ve soluğu üstadın yanında al" diyordum kendi kendime... Üstadın zamana ve mekâna meydan okuyan o "kavrayan duyguyu onaran", "metafizik ürperti" ve "metafizik gerilim şartı" aşılayan metinleri, şiirleri, zihnî keşifleri ve yolculukları beni yerimde hop oturtup hop kaldırtıyor, uykularımı alt üst ediyordu... Ancak İngiltere'den döndüğümde üstadın yılardır bende çaktırdığı kıvılcımların özellikle genç kuşaklarda ve öncekilerinde benzerlerini göremeyince tek kelimeyle yıkıldım. Bu kadar ruhsuzlaşabilecek insanlar mıydık biz? Ve medeniyet tasavvuru çalışmasına hasbel kader soyununca bütün arkadaşlara işe önce Sezai Karakoç'un külliyatını devirmekle başlamamızın kaçınılmaz olduğunu söyledim. Bu satırları yazarken bile fena halde tedirgin edici bir hâlet-i ruhiye içinde olduğumu açıkça itiraf etmek zorundayım: Sezai Karakoç'un böyle bir yazıya ihtiyacı var mı? Elbette ki yok... Ben Sezai Karakoç'u hakkıyla anlatabilecek biri olduğumu da pek sanmıyorum. Ancak yapılması gereken bir şey var: Vefâ borcumu ödemek. Hiç olmazsa bunu yapabilirim; yapmak zorundayım. Sezai Karakoç, en az iki kuşağın öncülüğünü yapmış bir düşünürdür: Bizden önceki kuşak ve bizim içinde yeraldığımız kuşak. Bu iki kuşak Sezai Karakoç'un diriliş ruhunu ve ilhamını hakkıyla kavrayabildi mi, bundan pek emin değilim. Ama bizden sonraki kuşakların Sezai Karakoç'u daha iyi kavrayabileceğini düşünüyorum: Üstad Necip Fazıl'ın çaktığı, Sezai Karakoç'un tutuşturduğu kıvılcımı, bizden sonraki kuşakların bir "yitik cennet" icadı, bir "kıyamet aşısı" aşılaması yapabilecek bir susuzluğa, bir susamışlığa sahip olduğunu görüyorum. Bu kuşağın sahip olduğu susuzluğun, susamışlığın diriliş ruhunun vereceği ilhama, o yaratıcı ruha ve kurucu iradeye diğer kuşaklardan çok daha fazla ihtiyaç hissettiğini, bu ihtiyacı farkettiği an bu kuşağın kutlu atlara binip dört nala koşmaya başlayacağını görüyor gibiyim... O yüzden bu yeni kuşağın Sezai Karakoç'u çok iyi tanıması gerekiyor; hemen, derhal ve şimdi! Peki, Sezai Karakoç neden önemli? Her şeyden önce, Sezai Karakoç, öncü kuşakların öncüsüdür: Dün, bugün ve gelecek öncü kuşakların. Çünkü daha önce özetlemeye çalıştığım "peygamberî misyon"un tanık, özne ve öncü özelliklerini kişiliğinde, eserlerinde ve eylemlerinde toplayabilen, son iki-üç asırlık zaman diliminin en büyük mütefekkiridir. Burada "abarttığımı düşünenler çıkabilir mi acaba?" diye kendi kendime sormadan edemiyorum. Hayır, abartmıyorum. Zaman geçtikçe bunun abartıyla filan ilgisinin olmadığı daha iyi anlaşılacak... Sezai Karakoç, vahyi, vahyin kaynağını oluşturduğu İslâm medeniyetini bütün yönleriyle ve boyutlarıyla, bütün incelikleriyle ve derinlikleriyle, bütün pınarlarıyla ve damarlarıyla kavrayabilmiş; çağa yaratıcı bir ruh ve kurucu bir irade üfleyebilecek bir dille sunabilmiş büyük bir mütefekkir, sanatçı, tarih felsefecisi ve estettir: Şeyh Galip'ten sonra Leylâ ve Mecnûn'u yazabilmiş tek sanatçıdır. İbn Haldun'dan sonra İslâm medeniyetinin yüzü aynı anda geçmişe ve geleceğe dönük gramerini çıkarabilmiş tek tarih felsefecisidir. Bütün bunları mümkün kılan ve İbn Haldun'dan bu yana sadece Sezai Karakoç'un yaptığı bir şey var: Başta hâkim Batı kültürü olmak üzere, insanlık tarihindeki belli başlı gelmiş geçmiş medeniyetlerin sanattan günlük hayatın işleyişine, düşünce ufuklarından tarihî derinliklerine kadar anlam haritalarını ve anlamlandırma pratiklerini özlü bir şekilde çıkarabilmiş, medeniyetlerin destanını yazabilmiş en büyük bilge kişimizdir. Hem çağının; hem de kadîm medeniyetlerin çağlarının tanığı bir bilge kişi. Üstad Sezai Karakoç'ta İslâm dünyasının çağdaş düşünürlerinde ve öncülerinde gözlenen ufuk darlığının izlerini bile görebilmek, Batılı, özellikle de Marksist literatürün gelip geçici izlerine bile rastlayabilmek imkânsızdır. O yüzden aşıladığı diriliş ruhu ve mayası, çağdaşlarında gözlenen reaksiyoner ve savunmacı marazîleklerle malûl değildir. Bu nedenledir ki, çağdaşlarında gözlenen, ideolojilerin yan ürünü olan selefîliğin yol kesen tuzaklarının, nefes tıkayan bariyerlerinin izlerini, Sezai Karakoç'ta göremezsiniz. Üstad, dünün, bugünün ve geleceğin kuşaklarının her dâim yeni bir ruh bulabilecekleri, her dâim yeniden kanatlanmalarını mümkün kılabilecek geleceğin çağlarına yön ve şekil verecek, yaratıcı bir ruh ve kurucu bir irade hediye edecek, aynı anda hem fizik, hem de metafizik dünyaların kıvrımlarında, labirentlerinde, derinliklerinde, ufuklarında "at koşturabilen" hakîkatin sınır tanımaz gücüyle gergef gibi örülen bir medeniyet tasavvuru anıtı armağan etmiştir hepimize: Bize düşen bu anıtı, bütün bir insanlık ülkesine dikebilecek ve bütün insanlığın ülküsü katına yükseltebilecek sarsılmaz ve muhkem yolculuklara çıkmaktır. Hiçbir şeyin, hiçbir şerrin engel olamayacağı, çağları kuşatacak ve kucaklayacak, herkesi sulayacak ve kanatlandıracak yolculuklara çıkabilmek. Bariyerleri birer birer aşarak, herkesin yürüyebileceği koridorlar açabilmek ve herkesin konaklayabileceği kutlu konaklar inşâ edebilmek...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |