T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Akşam'dan 'maske düşüren' manşet

Hürriyet, 20 Şubat Perşembe günü "İŞ PARAYA KALDI" manşetiyle yayımlandı. Gazete, ABD'yle yürütülen görüşmelerde siyasi-askeri konularda neredeyse sorun kalmadığını yazıyordu ama aynı gün ABD'liler bu konudaki toplantıya bile gelmediler. Akşam, ertesi gün (21 Şubat) bu tür haberlerin dezenformatif karakterine dikkat çeken bir manşetle yayımlandı. Haklıydı.

Akşam gazetesinin 21 Şubat tarihli manşeti ilginçti. Haber,"ABD'yle siyasi-askeri konularda anlaşıldı, sadece para konusunda anlaşma sağlanamıyor" mealindeki haberlerin, Amerikalılar tarafından pazarlanan dezenformatif malzemeye dayanılarak yazıldığını öne sürüyordu. Hatırlarsanız, Kronik Medya'da, bunu biz de bir ihtimal olarak öne sürmüştük. O zaman (19 Şubat) henüz Akşam'ın haberinin dayandığı olgular ortada olmadığı için "ihtimal"den söz etmiştik. Ama artık daha kesin ifadeler kullanabiliriz...

İsterseniz önce Akşam'ın manşetine bir göz atalım:

"AMERİKA'NIN MASKESİ DÜŞTÜ... İşte pazarlık gerçeği: ABD, harekâtla ilgili hiç bilgi vermedi, komutanlık krizi çözülmedi. Dikkatleri 'para'ya çekip işi oldu bittiye getirmek istiyor... 'Süper güç', İkinci Körfez macerasında Türkiye'ye yine bedel ödetmeye hazırlanıyor. Tuzağa, bazı basın organları da alet oluyor. Pazarlık 6 milyar dolarlık yardım üzerine yoğunlaştırılıp, Ankara savaş ve sonrasında devre dışı bırakılmak isteniyor... Plan nasıl işliyor: Askeri ve siyasi pürüzler giderildi havası yansıtılıp, hükümet birkaç milyar dolar peşinde gösteriliyor. Oysa 15 gündür ABD heyeti askeri harekat ilkelerini görüşmeye yanaşmadı."

Eğer Akşam'ın manşetini dayandırdığı, biraz sonra aktaracağımız olgusal gelişme olmasaydı, bu yazılanları "ABD saldırganlığına karşı olduğunu" ilan etmiş bir gazetenin propaganda içerikli görüşleri olarak algılayıp geçmek mümkün olabilirdi. Ama öyle değil, çünkü Hürriyet'in "İş paraya kaldı" manşetiyle çıktığı perşembe günü ABD ile Türk heyetleri arasında saat 10.00'da yapılması gereken siyasi-askeri konulu toplantı, ABD'lilerin katılmaması nedeniyle iptal edilmişti. Akşam, işin bu yanını da şöyle duyuruyordu:

"Harekatla ilgili mutabakat muhtırasının görüşüleceği dün sabahki toplantı da Amerikalılar tarafından son dakikada iptal edildi. Amerikan tarafı, dün sabah 10.00'da yapılması gereken toplantıya saat 09.30'da sürpriz biçimde 'Bize talimat gelmedi' diyerek katılmadı. Amerikalıların uzlaşmaz tutumunun, askerleri ve Dışişleri çevrelerini son derece rahatsız ettiği belirtildi."

"İş paraya kaldı" manşetini fena halde "ofsayt"a düşüren bu gelişme, Hürriyet'in ertesi günkü manşet haberine de yansımıştı. Sedat Ergin'in kaleme aldığı "İşte gizli siyasi belge" başlıklı manşet heberin ilk cümlesi aynen şöyleydi:

"Türkiye ile ABD arasındaki Irak pazarlığı, dün Amerikan tarafının askeri konulardaki müzakerelerden çekilmesi, karşılığında Türk tarafının da geri adım atmamasıyla oldukça dramatik bir aşamaya girdi…" (Bakın söylemeyi unuttuk, "İş paraya kaldı" da Sedat Ergin imzasını taşıyordu.)

Aslında, Hürriyet'in "İşte gizli siyasi belge" manşetinin bizatihi kendisi, bir gün önceki manşetin tekzipi niteliğindeydi. Çünkü, Hürriyet'in alt başlığından gidersek, "Dün ekonomik pazarlığın perde arkasını aralayan Sedat Ergin, bugün de iki taraf arasında tartışılan gizli siyasi belgeyi açıklıyor"du…

Neler yoktu ki "tartışılan" bu siyasi belgede… Başlıklara bakalım: "Üniter ve bağımsız Irak… Etnik oluşuma karşı güvence… Irak'ın tek ordusu olacak… Kürt ordusu silahsızlanacak… Türkmenlere açıkça atıf yapılacak… Petrol bütün Irak'ın olacak…"

Şimdi söyleyin, bütün bunlar "tartışılırken" ve tartışmanın şiddeti, ertesi gün bir tarafın "müzakerelerden çekilmesi" noktasına varmışken, "İş" nasıl "paraya" kalır?

Siz, bu kadar açık olmasa da, "İşin paraya kaldığını" anlatan bir Hürriyet manşetini daha hatırlıyorsunuz değil mi? Zihninizi fazla yormayalım, sizi 19 Şubat tarihli Kronik Medya'ya götürelim. Orada, "Bari manşete sızmasaydı…" başlığı altında, Hürriyet'in 18 Şubat tarihli manşeti şöyle eleştiriliyordu:

"Başbakan'ın 'siyasi-askeri konularda da tam bir mutabakat yok' dediği gün, Hürriyet'te kaynaksız, 'sızdırma' bir manşet: 'Askeri ve siyasi konularda görüş birliğine varıldı.' Aynı haber Vatan ve Tercüman'a da sızmış... Fakat 'Büyük gazete' bu 'müjdeli' haberi manşete taşırken, iki 'küçük' gazete 'çok önemli ama doğruluğu kuşkulu' haberler için geçerli gazetecilik refleksiyle davranmış: 'Gör fakat büyütme...'"

Kendi kanaatimizi de aktararak toparlarsak…

Hürriyet, önce 18 Şubat'ta, ardından 20 Şubat'ta manşetlerini "siyasi-askeri meseleler tamam, iş paraya kaldı"ya ayırıyor… Fakat 21 Şubat'ta, bu defa muhtemelen hükümet kaynaklarının "Bir propagandaya alet oluyorsunuz, biz yüzlerce konuyu tartışıyoruz, para bunlardan biri…" demeye getirerek sunduğu bilgilerden, önceki manşetleri tekzip eden yeni bir manşet hazırlanıyor…

Cuma günü boyunca Yaşar Yakış'ın CNNTürk ve NTV'ye yaptığı açıklamalar; CNN Türk'teki, tartışılan metinlerin yüzlerce sayfayı bulduğunu belirten haberler de bu kanaatimizi güçlendiren olgular…

Hürriyet, etkili bir gazete… O nedenle, dezenformasyon peşindeki kaynakların en çok onun üzerinde "çalışması" anlaşılır bir şey… Tamam da, böyle bir gazeteye, manşet kotarırken "kılı kırk yarmak" tavrı düşmez mi? (A.G.)

E-bomba'yla 200 yıl öncesine mi, taş devrine mi?

Hürriyet, e-bomba haberinde biraz geç kaldı ama, farkı başlıkla kapadı sayılır: "IRAK, E-BOMBA İLE TAŞ DEVRİNE DÖNECEK..."

Patladığında, bütün elektrik sistemini ve bütün elektronik aletleri "felç edeceği" öne sürülen bombanın ilk haberini 15 Şubat tarihli Sabah'ta okumuştuk. Sabah, Irak'ın bombayla birlikte "200 yıl öncesine döneceğini" yazmıştı. İşte beş gün sonra Hürriyet (19 Şubat) vadeyi "taş devri"ne kadar uzatıyor ve haberi tazeliyor...

Bizim basının "teknoloji harikası" silahlara karşı merakını biliyorsunuz, bunlardan söz eden haberlerin üslubu da bir hoş oluyor; belli ki bu haberler "eforik" bir ruh halinin eşliğinde kaleme alınıyor. Hürriyet'teki "e-bomba"yı tanıtan şu habere bakın bir:

"E-bomba (Elektromagnetic Pulse Emitter) hedefine ulaştığında aynen bir şimşek gibi çakıyor. Çaktığında, ilk etkisi, Bağdat ve çevresini karanlığa gömmek olacak. Kapalı ya da açık tüm TV setleri ve elektrik kabloları işlevsiz hale geliyor ve telefon hatları erimeye başlıyor. Bilgisayarlar ve içinde yer alan tüm bilgiler tarihe karışıyor. E-bomba, insanları etkilemiyor, ancak Irak, elektrik ve elektronik öncesi döneme aniden geri dönüyor. Saddam, karanlık bir bunkerde komutanları ile hiç iletişim kuramaz hale geliyor..."

Haberi yazan Washington muhabiri Kasım Cindemir'in ruh halini, İstanbul'daki yazıişleri de paylaşıyor ki, başlığa, kendi haberleriyle çelişen o tuhaf şeyi koymuşlar... Yahu, "elektrik ve elektronik dönemi"nden önce "Taş devri" nasıl gelir? Arada neler var neler... Ayrıca, yazdığınıza göre, insanlar yerli yerinde, binalar yerli yerinde...

Yani: E-bomba'nın ille de Irak'ı "eski zamanlar"a götüreceğine ilişkin bir başlık atmak gerekiyorsa bu habere, Sabah'ın biçtiği "200 yıl öncesi" (yani "elektrik ve elektronik öncesi") çok daha doğru... (A.G.)

Yazıişleri bir eğlence mekânıdır...

Habertürk'te birinci sayfa haberi: "KATRİLYONDAN SONRA SEKSİLYON... Sadece NASA ve uzay araştırmalarındaki hesaplamalarda kullanılan seksilyon artık günlük hayatımızın bir parçası olma yolunda. Seksilyonun tam 21 sıfırı bulunuyor. Şu anda kullandığımız katrilyon ise 15 sıfırlı."

Okur şaşkın... Bu işler "üç sıfır, üç sıfır" gitmez miydi? Milyon, milyar, trilyon, katrilyon arasında nasıl üçer sıfır varsa, katrilyonu izleyen sayının da (haberin başlığını unutmayın: "KATRİLYONDAN SONRA SEKSİLYON") ondan üç sıfır fazla olması gerekmez mi? Gazetenin dediği gibi "şu anda kullandığımız katrilyon 15 sıfırlı" ise, ondan sonra gelen de 18 sıfırlı olmalı değil mi? Peki, nasıl oluyor da "Katrilyondan sonra seksilyon" oluyor ve arada altı sıfır oluyor?

Devam sayfasında işin doğrusu itiraf ediliyor: "KENTİLYON VE SEKSİLYONA BU ENFLASYONLA AZ KALDI... Katrilyona alıştık. Enflasyon böyle devam ederse, uzay bilimleri ve Nasa'nın kullandığı, bol sıfırlı kentilyon ve seksilyona doğru yol alıyoruz..."

Haberin birinci sayfa bölümünde "kentilyon"un neden by-pass edildiğini anladınız mı şimdi? Çünkü kentilyon "seks"siz bir kelime. Oysa başlıkta, ilk dört harfi itinayla vurgulanmış "Seksilyon" öyle mi? (A.G.)

Ne oluyor, üniversiteler 'kendi başına buyruk' mu oluyor?

Üniversitelerarası Kurul Başkanı Tunç Erem "Üniversiteler kendi başına buyruk mu olacak" diye konuşmuş, TÜMÖD Genel Başkanı Tahir Hatipoğlu da bu konuşmasından dolayı Erem'in istifa etmesi gerektiğini söylemiş.

Cumhuriyet'in verdiği haber gerçekten de çok hoş. Yani düşünün, bir ülkede üniversitelerin -dahi- "kendi başına buyruk" olamayacağı savunuluyor ve bunu savunan da o ülkenin üniversite âleminin önde gelen bir ferdi... Valla parodi gibi bir şey...

Anlamışsınızdır, konuyu, hadi Emin Çölaşan'ca söyleyelim, "Erkan Mumcu isimli Milli Eğitim Bakanı" tarafından hazırlanan Yükseköğretim Yasa Tasarısı Taslağı'na getirmeye çalışıyoruz... Özellikle de Hürriyet'in patlattığı son bombaya: "ATATÜRK İLKELERİ DERSİ KALKIYOR... Üniversite reformuna hazırlanan AKP iktidarı, 22 yıldır 'zorunlu ders' olaark okuulan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi derslerini kaldırıyor..."

Hürriyet'ten bir gün sonra (21 Şubat) Cumhuriyet, Hürriyet'in satıraralarına gizlediği hakiki durumu başlıktan aktararak daha dürüst bir habercilik örneği veriyor: "Yeni tasarıya göre, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersi, 'zorunlu ders' kapsamından çıkarılıyor... ATATÜRKÇÜLÜK DERSİNE TIRPAN..."

Radikal de gene 21 Şubat'ta "inkılap tarihi karıştı" başlıklı haberinde şöyle yazdı: "Atatürk ilkeleri dersinin zorunlu okutulacağına ilişkin hüküm, yeni yükseköğretim yasa taslağında yer almadı. Mumcu, net konuşmadı: Kaldırıyoruz diye anlamayın..."

Radikal haklı, neyin ne olduğu henüz belli değil, o nedenle bugünlük size sadece haberleri iletiyoruz... Şimdilik belki şu söylenebilir: Taslaktaki ifade dikkate alınırsa, sanki üniversiteler bu konuda da "başına buyruk" bırakılacak gibi görünüyor bize...

Radikal'in görüşüne başvurduğu öğretim üyelerinden biri, "Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Kadir Erdin, bu ihtimali makul bulanlardan:

"Mevcut yasada, inkılap dersinin okutulmasının zorunlu olması doğru muydu? Yasaya okutulacak ders isimleri konulamaz. Yasa kapsamında sınırlı ölçüde üniversite tanımlanır, yükseköğretimden ne beklendiği anlatılır. Hangi derslerin okutulacağı yasada yer almaz, üniversiteler karar verir."

Valla "hoca"nın sözleri "üniversite mantığı" açısından gayet makul görünüyor... Fakat sanmayız ki üniversiteler bu konuda "başına buyruk" olmak istesin... "İnkılap tarihi"ni müfredatına almayan bir üniversitenin başına gelebilecekleri düşünebiliyor musunuz? (A.G.)


23 Şubat 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED