|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kuzey Irak'taki Türk özel harekât timinden subayların Amerikan askerleri tarafından gözaltına alınmasını, 1 Mart'taki ikinci tezkere oylamasına bağlama eğilimi bazı yorumcularda seziliyor. Söylenen şu: "ABD, TBMM'nin aldığı kararı hâlâ hazmedemedi; bulduğu her fırsatta bunu dışa vuruyor..." Kuzey Irak'ta olanı daha iyi anlayabilmek için öncelikle bu iddianın geçerlilik payını sorgulamakta yarar var... ABD'de yönetimi elinde tutanların Amerikan askerlerinin Türkiye'de konuşlanmasını öngören tezkereye TBMM'nin geçit vermemesini içlerine sindiremediklerine hiç kuşku yok. Fırsat buldukça bunu ifadeden de geri durmuyorlar zaten. Ancak, aynı kişilerin, yine her fırsatta, "Geçmiş geride kaldı, artık önümüze bakalım" dedikleri de biliniyor. Paul Wolfowitz'in dediği buydu. Washington, Türkiye ile ilişkileri uygun bir zemine oturtmanın yollarını arıyor ve bu ayın son haftasında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü misafir etmeye hazırlanıyor... 1 Mart olayının Washington'da ipleri ellerinde tutan ekibin 'hegemonyal' zihin dünyasında ciddi izler bıraktığı belli. Hem de, tezkerenin kabul edilmemesi, fiiliyatta herhangi bir soruna yol açmamasına rağmen. ABD'nin hazırlık planlarında 'olmazsa olmaz' derecesinde önem verildiği halde, kuzey cephesi açılamadı diye savaşın uzaması veya zâyiatın artması gerekmedi. Daha az masraflı bir biçimde sonuçlandı savaş. 'Hegemonik gurur zedelenmesi' psikolojik sıkıntısı dışında bir sebebi yok Washington'dan çıkan aykırı seslerin... Tabii, eğer Washington'un gerçek niyeti, Irak bahanesiyle onbinlerce askerini sürekli kalacak biçimde Türkiye'de konuşlandırmak değil idiyse... Washington'un, rahatsızlığını, öncelikle Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne (TSK) yöneltmesi ve Irak'ın kuzeyinde yaşanan 'çirkin' olayın Amerikan askerleri tarafından Türk askerlerine reva görülmesi de, tezkereyle son olay arasında irtibat kurulmasına sebep oluyor... Son gelişmeye, "TSK önderlik yapmadı" diyenlerin TSK'nın onuruyla oynaması olarak bakanlar bu yüzden çıkıyor... Eğer böyle bir 'cezalandırma' söz konusu ise, iki ülke arasındaki yıllar öncesine dayanan askerî işbirliği çürük bir zeminde oturuyormuş demektir... Olayın cereyan biçimi, zamanlaması, sonrasında yaşananlar arasında dikkat çekici noktalar var. İlki şu: Türk özel harekât timi gözaltına alındığı bölgede aylardan beri bulunuyor; ancak olay için, ABD'de resmi tatil olan 4 Temmuz cuma günü seçilmiş... Tatil perşembe akşamından başlayıp bütün hafta sonunu kaplayınca Washington'un boşalacağı hesap edilmiş gibi... Nitekim, Ankara, olayı öğrendiğinde Washington'da muhatap bulmakta zorlanıyor... İkinci dikkat çekici nokta da muhatap bulununca yaşanıyor: Washington'daki siyasilerin gözaltına alma olayından haberi olmadığı anlaşılıyor... Tatildeki siyasilerle iletişim zorluğu Irak'ın kuzeyi ile irtibat kurmada da devam ediyor. Kamuoyuna timin durumuyla ilgili çelişkili haberler yansıması bu yüzden... Üçüncü nokta daha da önemli: Pentagon dahil Washington'daki her düzey Amerikalı'dan özür ve üzüntü bildiriliyor, ancak ilk gün gözaltındaki subayların bırakılması bir türlü sağlanamıyor... Bu arada, aynı günün Amerikan ve Türk medyasına, Irak'taki ABD askerî birliklerinin başına buyruk davrandıkları haberleri yansıyor... Bu da, olaya, ister istemez, farklı bir boyut katıyor... Hükümetin bu krizi iyi yönetmesi şart. Aksi halde, siyasî alanda bugüne kadar elde edilen kazanımların kaybedileceği bir sürece girilebilir. Öyle bir ortam ise, Türkiye-ABD ilişkileri açısından, 1 Mart tezkere krizinden daha çetrefil bir duruma yol açar... Verdiği yanlış mesajların sebep olduğu bu yeni krizi Washington acele bitirmek zorunda.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |