|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
![]() | ||
| S P O R | 7 ARALIK 2005 ÇARŞAMBA | ||
|
|
PSV karşısında ilk devre, özellikle ilk yarım saat mükemmele yakın bir Fenerbahçe vardı sahada... Sahaya yayılma, adam kaçırma, müthiş bir topsuz oyun, rakibi boğma açısından PSV'den iki gömlek üstün bir Fenerbahçe'den söz ediyoruz... İlk 30 dakikada saçma bir gol dışında PSV'nin ne organize bir atağı vardı, ne bir kontratağı... Ne var ki futbolun adaleti yok. Arka arkaya iki büyük hata, Alex'e yapılan kaba ve açık faulu ters pozisyon alması yüzünden görmeyen hakemin hatası, akabinde cepheden bir faul atışında Fener defansının adam ve alan paylaşma hastalığının nüksetmesi ve gelen gol... Ama bu gol şunları görmemize engel değil... Terim'in eski Galatasaray'ı dahil hiçbir Türk takımı ilk devredeki Fenerbahçe gibi rakibin oyununu kesmeye, bozmaya yönelmeden üstünlüğünü böylesine empoze eden bir futbol oynamadı, özellikle Avrupa'da... Kendinizi Daum sanıp takıma taktik vermeye, oyuncu değişikliği telkini yapmaya kalkmadığınız zaman tüm bunları görmemeniz mümkün değil. Mükemmel, yaratıcı Alex'i, yine mükemmel Önder, Aurelio ve Appiah'yla, Anelka'nın virtüözlüğüyle benim sevdiğim Fenerbahçe işte bu... İyi rakip adama böyle top oynatır... Tüm bunlar işin tabii biraz romantik biraz sübjektif tarafı... Futbol aynı zamanda bir kazanma mücadelesi... Ve Avrupa düzeyine futbol sert, taktik belirleyici... Öne geçen avantajlı oluyor, hatayı çok yapan kaybediyor... PSV dün hiç ciddi hata yapmadı. Gomez gibi olağanüstü performans gösteren bir kaleciyle oynadı. Ve ikinci yarı tempoyu düşürdü, Fener'in temposu ise yanar söner hale geldi, etkisi azaldı ve oyun bir ölçüde dengelendi... PSV'li defans oyuncusunun kolunu kurtarabilecek uzaklıktan gelen topa elle temasına hakem penaltı çalmayınca yapacak çok şey kalmadı... Alınan riskler sonucu manasız bir gol daha geldi... Futbol bu. Olmadı... PSV ikinci devredeki aklıyla, yarım gol pozisyonuyla 2-0 galip geldi... Ama şu kesin: Bu takım seneye daha iyi olacak. Fenerliler takımlarını önemsesinler... Deniz ve Semih
Dedim ya ben Fenerbahçe'nin son lig maçını seyredemedim. Ama yerime seyreden çok sevdiğim ve güvendiğim bir dostum oldu. Onun notları benim notlarım sayılır: Şöyle: "Trabzonspor iyiydi. Biz ise son 2 aylık yorgunluğa, rekor kırma stresine ve GS maçı rehavetine rağmen Trabzon gibi tekrar yeniden toparlanan, eskiden olduğu gibi korkmadan cesurca oynayan bir takıma karşı teslim olmadık..." Alex: Maşallah kazanmak için çok istekliydi!!! Nobre: Her zaman istekli ve bu yüzden 11 golü var... Deniz: Aslında Yattara'nın karşısında Ümit var gibi görünüyor ama onu etkisiz hâle getiren Deniz'di. Semih: Bence, bu gibi oyunlarda daha önce oyuna dâhil edilmeli ve nitekim 2. golün asisti Semih'ten geldi. Anelka: Sanki biraz duraklama dönemine girdi gibi. Lee: Bizi fena çarptı. Alkış Trabzon'a
Hakkari, Yüksekova, Şemdinli gezisi bu hafta Fenerbahçe-Trabzon maçını seyretmeme engel oldu. Telefonda heyecan ve hararetle takip ettim maçı. 2-2'yle mutlu oldum. Trabzon'u tebrik etmek gerekir. Yeni hocasıyla ve sakatlıklarını atlatan usta oyuncularıyla güçlü bir Trabzonspor bu lige her zaman kalite katar ve katacaktır. Yorum ve yorumcular
Spor yazılarını dikkatle okuyanlar bilirler, Fenerbahçe'ye ilişkin yorumlar her hafta değişir. Ya ligin çapının üstünde, oturmuş bir takımdan söz edilir ya da yıldızlarıyla işi idare eden kötü futbol oynayan bir takımdan... Nedense ikinci tür yorumların öne çıktığı haftalarda fatura genellikle teknik direktör Daum'a kesilir. Aslında Türkiye'de bu âdettendir. Gerets üç hafta dahidir, dört hafta başarısız... Del Bosque yeteneksiz... Bu ülkede yorumcu, futbolcu, yönetici ve teknik direktör arasında gerçek bir rol farklılaşması yoktur çünkü... Yani yorumcu yoktur, daha doğrusu pek az vardır. Nitekim eski futbolcular teknik direktör olur, işsiz kalınca yorumculuğa dönerler, olmadı kulüp menejeri olurlar. Bunlara son zamanlarda bir de eski hakemler eklenmiştir. Onlar da futbolu genellikle, hala birer hakemmişcesine, futbolcu ve teknik direktörün niyetiyle okurlar. Pozisyonlardan hareketle futbol yorumlarlar. Hemen hepsi sahaya çıkan takımın analizini yapmak, sisteme değinmek, futbol virtiözlerini resmetmek yerine, sahaya çıkan takımı yapmaya girişirler. Oysa önce şunu bilmek gerekir: Futbol takımlarının bir insan gibi karakterleri ve ruhu vardır. İner ve çıkarlar, depresyon geçirdikleri, yorgun düştükleri anlar olur. Bir takımın diğer bir takımla karşılaşması, iki insanın karşılaşmasına benzer. Etkileşim, gerginlik, endişe ya da üstünlük duygusu an be an yer değiştirir. Yorumlanması, okunması gereken önce budur. Nitekim teknik olarak üstün takımlar her zaman daha zayıf takımları alt etselerdi, futbolun tadı ve anlamı azalırdı. Örneğin Türkiye Slovakya ve İsviçre'yi eler, Avrupa ve Dünya Şampiyonalarına katılırdı. Özetle, futbolu seviyorsanız, bu ülkedeki çoraklık içinde en iyi ve en ahlâklı maç yorumu kendi yaptığınız yorumdur.
|
![]()
| ||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |