T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 10 ARALIK 2005 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Kimler duvara çivi çakabilirler?

Düş: muhayyilemize düşen... Rüya: görülen... gözle değil, muhayyile ile görülen... A'rafta yaşayana... berzahta kalana... insana özgü biricik yetinin adı muhayyile!

Cennette değiliz, olmadığımızı biliyoruz. Cehennemde değiliz, cehennemde olmadığımızı da biliyoruz. Lâkin hem cenneti, hem cehennemi görüyoruz. Kendimizi bazen cenneteymiş gibi, bazen de cehennemdeymiş gibi hissediyoruz; ve dahi 'miş' gibi, 'mış' gibi yapmayı yaşamak sanıyoruz.

Düş görmek kadar, düşleri yorumlamak da önemli. Düşün nadir olanı, düşte düşün yorumunu da görmektir; metne metnin yorumuyla birlikte muhatab olmaktır.

Bazıları düş görmezler. Bazıları görürler ama gördüklerini hatırlamazlar. Bazıları düşlerini hatırlarlar ama hatırladıkları düşün ne anlama geldiğini bilmezler.

Geçen hafta Berlin'de (BSV e.V.'de) düş ve düşünce üzerine bir seminer verirken küçük bir test yaptım ve dinleyicilere sıklıkla düş görüp görmediklerini sordum. Cevap tahmin ettiğim gibi olumsuzdu. Dinleyicilerin çoğunluğu pek düş görmediklerini, gördüklerini de hatırlamadıklarını söylediler. Bu sonucu tahmin etmek hiç de güç değildi. Çünkü dinleyicilerin çoğunluğunu Fen bilimlerinde okuyan talebeler teşkil ediyordu. Dolayısıyla hesaplamaktan, planlamaktan hayal etmeye pek fırsatları kalmıyordu anlaşılan.

Bilhassa teknik bilimler muhayyile yetisini zayıflatır; hatta bir süre sonra -Allah korusun!- bu yetinin iptaline yol açar. Muhayyile çalışmayınca, ister istemez hayallere ve hülyalara açılan kapı da kapanır.

Karanlıkta yaşayanlar ne görebilirler? Hiç!

Hayalsiz ve hülyasız yaşanır mı? Şayet buna 'yaşamak' denirse, evet!

Duyu, duygu ve düşünce (his, hayal, akıl) yetilerinden biri faaliyette iken, diğerleri tatile çıkar. Sözgelimi kişi duvara çivi çakarken bir matematik problemini çözemeyeceği gibi, sevdalandığı kızı da hayal edemez. Etmeyi denerse, o zaman çiviyi çakamaz. Keza zihni, bir matematik probleminin çözümüyle meşgul olan kimse, duyularından birini faaliyete geçiremeyeceği (hissedemeyeceği) gibi, hayal de edemez. Aksi takdirde ya problemi çözemez veya yanlış çözer. Hayallere dalan kimse ise, aklını ve duyularını bir kenara bırakmak durumundadır. Meselâ öfkeliyken veya derin üzüntüler içindeyken, kim yediği yemeğin tadını alabilir, kim bir manzarının seyriyle meşgul olabilir, kim duvara çivi çakabilir? Kimse! Çünkü duyguların hareketi, -hareketin mikdarınca- aklın ve hissin hareketini azaltır, öyle olur ki bazen iptal de eder.

Uyku sırasında insanın hisleri ve aklı faaliyette değildir; uyurken düşünemeyeceğimiz gibi, duyularımızı da çalıştıramayız. Uykuda faaliyette olan tek yeti, hayal yetisidir. Çünkü insanoğlu âlem-i cismanî'den âlem-i misale işbu yetisiyle intikal eder.

Misal âleminin kapıları sıradan insanların çoğuna uykuda açılırken, bazıları uyanıkken de hayal görebilirler. Misal âleminden düşecek olan, sadece uykudayken değil, uyanıkken de düşer. Şairlere ve dervişlere ne mutlu ki onlar hep düş âleminde yaşarlar ve bu nimetten mahrum kalmış olanların gönüllerini o mini mini düşleriyle beslerler. Bu yüzdendir ki düş olmasaydı, sanat da olmazdı. Oysa dış dünyanın gerçekliğine batmış olanlar, muhayyilelerini harekete geçirmeksizin yukarılara doğru yükselemezler. Hesap yapmakla, plan yapmakla meşgul olmaktan hayal etmeye ve tabiatıyla düş görmeye fırsat bulamazlar.

Siyaset, ticaret ve bilim adamlarının kalitesi ve seviyesi; sadece akıl yetilerinin iyi çalışmasıyla değil, hayal yetilerinin de iyi çalışmasıyla ölçülür. Kimse tek kanatla göklerde yükselemez. İktidar, para ve bilgi edinmek yetmez; bu adamların hayalleri ve hülyaları da olmalı. Nitekim bir zamanlar vardı.

Sevmedikten, merhamet etmedikten sonra bilsek n'olur, bilmesek n'olur? Sevgisiz ve merhametsiz iktidarın, paranın ve bilginin zulümden başka ne getirebileceği sanılıyor? Aklımızla sevemeyiz, aklımızla merhamet edemeyiz. Öyle olsaydı modern insan, akıl aracılığıyla sevgi ve merhameti öğrenebilirdi. Hal bu ki öğrenemiyor.

Bizler Hakk'ın 'alîm' (bilen) sıfatından önce, "rahman/rahîm" (merhamet eden) sıfatıyla tanışıyoruz. Mehabbeti olmayanın rahmeti olur mu? Hakk kullarını sevdiği için, onlara rahmet eder, etmek zorundadır.

Sakın ha, düşlerinizden, yani vesile-i mehabbet ve rahmetten vazgeçmeyiniz!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi