T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 10 ARALIK 2005 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

Hoşgörünün asıl handikapı

Sözü hoşgörüden açmışken şu sorunun cevabını aramadan geçmeyelim: İnsanlar, aralarındaki ilişkilerde hoşgörüyü talep eden noktaya nasıl gelirler? Bununla ilgili rivayetler muhtelif. Hoşgörünün genellikle zayıfların söylemi olması onu ahlaki bakımdan sorunlu kılıyor. Çünkü hoşgörü ancak güçlü olanlarca sergilendiğinde anlamlı olabilecek bir eylemdir. Öbür türlüsü merhamet talep eden bir zayıflık söyleminden başka bir şey gibi görünmüyor.

Türkçe'de hoşgörü olarak kullandığımız kavramın Avrupa dillerinde doğrudan bir karşılığı yok. Çeviriler bu konuda tolerans kelimesini işaret etseler de, tolerans bizdeki, müsamahanın, veya bir yönüyle de katlanma veya tahammülün karşılığıdır. Oysa hoşgörüde sadece katlanma yok, bir de olumlama, sempatiyle bakma anlamında bir "hoş" görme vardır. Böyle olunca da hoşgörü kavramının sahiciliği sorunu başgösteriyor. (Hep bizim orijinal kavramlarımız daha "derin", daha "manalı" olacak değil ya, bu kavram özelinde de tolerans kavramı işin doğasını daha iyi yansıtıyor).

Çünkü söylemler ne kadar süslenirse süslensin, insanlar bu konularda ne kadar edebiyat döktürürlerse döktürsünler, gerçekte birbirlerini pek hoş görmemeleri daha geçerli bir kuraldır. Zaten siyaset de insanların birbirlerini hoş görmemelerini daha fazla esas alarak yapılanan bir kurumdur. Hoşgörü edebiyatının en fazla yapıldığı alanlardan biri dinler arası diyalog bağlamıdır. Burada bile genellikle takdir edilen bir kuraldır: "sizinle dinsel kanaatlerini paylaşmaya çalışanlar aynı şeyi sizin yapmanıza aynı ölçüde açık olmuyorlar." Bu durumda hoşgörünün kendisi başlıbaşına bir erdem sayılabilir mi? Siyasal veya toplumsal meselelerle ilgili ciddi duruşları olan insanların kendi fikirlerinde ısrarlı olmaları her şeyden önce kendilerine saygılarının bir gereğidir. İnsanların kendilerinin seçmemiş oldukları, ırk, renk, cinsiyet, kültür ve sair özelliklerinden dolayı bir birlerini hoş görmeleri bu anlamda anlaşılabilir hatta hoşgörü bu durumda gerekli bir şeydir.

Ama siyasal tartışmalarda hoşgörü epey kafa karıştırıcı bir şeydir. Her şeyden önce işin doğasına uygun değildir. Siyasette ve hatta dinler arası ilişkilerde kimsenin kimseyi hoş gördüğü yok, herkes kendi görüşünün, kendi çıkarının, kendi hedeflerinin peşinde. Tartışmalarda en hoşgörülü görünen taraflar bile söz haklarını sonuna kadar, hatta fazlasıyla kullanırlar.

Diğer yandan, aslında kimsenin hasmını hoş görmesine gerek de yoktur. Ama insanlar birbirlerini hoş görmüyor diye birbirlerini yemek zorunda da değildirler. Hoşgörmek zorunda olmadan ve birbirini yemeden bir arada yaşamanın yolunu dürüstçe aramak zorundayız.

Hoşgörü edebiyatı garip bir biçimde başka insanların pozisyonlarıyla ilgili bir sempatiyi empoze ederken insanları hiçbir konuda kendilerine ait bir tutuma sahip olmamaya da zorluyor. Bu yüzden dürüst bir siyasal söylemin aleyhine işliyor. İnsanların kast etmediklerini söylemelerinin veya kast ettiklerini bir türlü söyleyememenin önünü açıyor. Bir tür tahrif edilmiş iletişim ortamının bütün şartlarına hizmet ediyor. Hoşgörü söylemleri siyasal tutumları ve tartışmaları sadece ertelemenin değil neredeyse tümüyle askıya almanın bir yolu olarak çalışıyor.

Üstüne üstlük hoşgörü söylemlerinin en büyük handikapı her zaman sergilenen bütün hoşgörünün toplamının, belki daha fazlasının büyük bir nefret ve hoşgörüsüzlükle geri alındığı bir "ötekileştirmeye" dayanmasıdır. Hoşgörü düşmanları vardır ve bunlara karşı asla hoşgörü gösterilmemelidir. Bulundukları yerlerde kafaları ezilmelidir.

Hoşgörü söyleminin hangi pazarda alıcı bulduğuna bakıldığında, bu talebi doğuran ihtiyacın birilerine karşı büyük bir hoşgörüsüzlükten kaynaklandığı açıkça görülür. Bu da aslında hoşgörünün, husumet boyutu son derece güçlü bir siyasi söylem olduğunu yeterince gösteriyor.

Müslümanlar bugün başkalarına hoşgörü göstermelerini gerektirecek bir siyasi güce sahip olmadıklarına göre, Müslümanlardan ısrarla beklenen hoşgörü de, güçlü bir biçimde ötekileştirilip dışlanan başka Müslümanlara karşı bir hoşgörüsüzlük üretmek üzere talep edilmiyor mu?.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi