T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 ARALIK 2005 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Sırr-ı kavseyn

İki kavis arasındayım. Her "yaşam parantezi" doğumla açılıyor ve ölümle kapanıyor; benim parantezim de doğumla açıldı ve her parantez gibi o da en nihayet ölümle kapanacak.

Parantezin açılması elimde değildi; kapanması da elimde olmayacak. Parantezi kim açtıysa, o kapatacak, burası kesin.

Niçin açıldı, bilmiyorum. Niçin kapanacak, onu da bilmiyorum.

İki kavis arasında olup bitenlerle öylesine meşgulüm ki bildiğim tek şey, iki parantez arasında sıkışıp kaldığım.

Bu-ara-dayım; doğumla ölüm arasında.

Ne garip değil mi, yaşam, cilveleriyle beni meşgul ettiği sürece, parantezin kapanış ânından uzaklaştığımı, o üzerime bütün dehşetiyle eğilen kavsi geriye ittiğimi sanıyorum, öyle ki parantezin kapanıp kapanmayacağını umursamıyorum bile.

Yaşam süremi ölçüyorum; yolun başındayken yaşam süremin arttığından ötürü sevinirken, yolun sonuna doğru süremin azaldığını hissedip hüzünleniyorum; yaşadıkça yaşlanıyorum çünkü.

Hüzünleniyorum.

Peki nedir şu adına 'hüzün' dedikleri?

Hüzün, elde olanı gaib ettiğim için ruhumu bürüyen şeffaf libas... kayb olan ve edilen için duyulan üzüntü...

Hüzün, mülkiyet duygusunun bir sonucu; zira bir yaşama sahip ve mâlik olduğumu, yani bir yaşamım olduğunu idrak etmeseydim, onu kaybettiğimi de idrak edemezdim. Varlığından haz aldığım şey, yokluğundan ötürü bana elem veriyor; varlığı hazza, yokluğu eleme yol açıyor. Hüzün, işte böylesine köklü bir mülkiyet duygusunun mahsulü.

Yaşamaktan haz almasaydım, yokluğu halinde elem de duymazdım. O halde varlığının elem verdiğine inansaydım, yokluğunun da haz vereceğine inanmakta zorluk çekmezdim. Nitekim yaşamlarına kendi elleriyle son verenlerin yokluğu varlığa tercih etmeleri, aslında hazzı eleme tercih etmelerinden kaynaklanmıyor mu?

Modern hayatın hüznü def etmek için bulduğu yegâne çözüm, insanı koyu bir gafletin içine sokmaktan ibaret. İğfal sözcüğü gaflet'ten ürüyor. Gaflet, modernlik tarafından iğfal edilen insanın trajedisi... parantezsizlik sanısı... bir aymazlık hâli... aptallıktan türeyen keyif... Sevinç de işbu gafletin, unutmanın, görmemenin, bilmemenin mükâfatı.

Hüzün nasıl ki gaib edilenin/kaybedilenin üzüntüsü ise, korku da tam aksine kaybedilecek olandan kaynaklanan kaygının adı. Kaybettiğim için hüzün, kaybedeceğim için korku duyuyorum. Varolanın yokluğu hüzün duymama (üzülmeme) yol açarken, yok olacağı ihtimali korkmama yol açıyor.

Korkuyorum; zira kaybedeceğim. Kaybettiğim için değil, kaybedeceğim için korkuyorum. Kaybetseydim üzülürdüm. Oysa kaybetmedim ve fakat eninde sonunda kaybedeceğim.

Önemsiz ve değersiz olanı kaybettiğim için üzülmem; önemsiz ve değersiz olanı kaybedeceğim diye de korkuya kapılmam. O halde hüznümün ve/veya korkumun sebebi, gerçekte kaybetmek ve kaybedecek olmak değil, bilâkis önemli ve değerli bir şeyi kaybetmek ve/veya kaybedecek olmak.

Yaşamı önemli ve değerli kılan nedir?

İlk elde akla gelecek olan, birtakım nitelikler, ya yaşam için gerekli olan, ya da yaşamın mümkün kıldığı birtakım haz ve değerler. Oysa 'ben' olmasaydı(m), yaşam da olmazdı; zira yaşayan özne olmaksızın yaşanılan olmazdı; yaşanılan olmayınca, tabiatıyla yaşam da olmazdı.

Bu-ara-da anlam'ın yaşama, yaşamın kendisinden geldiğini pek o kadar kolaylıkla niçin söyleyemiyorum acaba?

Çok basit: İki kavis arasında kalan'ın anlamı, kavislerin içinden çık(a)mıyor da ondan. Bu-ara-da olana, anlamını, sınırları veriyor; iki kavisin (kavseyn) varlığı, yaşamın hem sınırlarını, hem anlamını belirliyor. Böylelikle anlam, yaşama, kendisinden değil, dışından, yani kavislerin varlığından geliyor.

Özetlersek, yaşamın varlığı, iki kavisin varlığıyla mümkün. Anlamı ise onların anlamıyla kaim. Peki o halde kavseynin varlığının sebebi ve anlamı ne?

Sırr-ı kavseyni, yani yaşamı mümkün kılan parantezlerin varlık sebebini bilmediğimi, soruşturmanın en başında teslim ettiğime göre, bu niçin'in için'i ben'ce meçhul kalacak demektir. Oysa kavs-i nüzul'ün (iniş yayı: doğuş) sırrı bilinseydi, kavs-i uruc'un (yükseliş yayı: ölüm) sırrı da bilinir; böylelikle bir çırpıda yaşamın sırrı da sır olmaktan çıkardı.

Karanlıktayım.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi